16 Şubat 2010 Salı

merhaba ben mervethemermaid


Ben internet kullanılan bir dünyaya doğmadım.Ortaokuldayken ilk kullandığım bilgisayarda sadece oyun oynuyorduk ve bu oyunlar o kadar basit tasarımlardı ki,aynı bilardo oyununu yeterince oynadığınızda topların hangi deliklere ,hangi sıralarla gideceğini ezberleyebiliyordunuz.

Sonra 1997 yılında evimize ilk internet bağlantılı bilgisayar girdi.Abimle kim kullanacak diye kavga ettik durduk aylarca.O zamanlar sohbet programı olarak mırc modaydı.
İnsanlar birbirlerini tanımak için önce a/s/l sorarlardı (age/sex/location)

O zaman internet bağlantıları da çevirmeliydi ve melodik seslerle bağlandığımızı, ama genellikle de bağlanamadığımızı fark ederdik.
Avukatlık stajımı yaparken büroda canımız sıkıldığında diğer büro ahalisi ile çok çalışıyor havalarında karşılıklı bilgisayarlarda sanal okey oynamışlığımız da çoktur.Taş çalmak mümkün olmadığı için gerçeğinin yerini tutmasa da idare ediyorduk işte. 

İnternet ve bilgisayar teknolojisi geliştikçe oyun oynamaktan farklı şeyler yapabileceğimizi de gördük. Öyle ki artık gazeteler kuponla ansiklopedi yerine Barbie’li dizüstü bilgisayar promosyonu yapıyorlar.

Maliye Bakanlığı’na Amerika’ya bizzat giderek ,devasa boyutlu ilk bilgisayarları getirmiş olan dedem bile, şu an internet ile anında görüntü konuşabilmemizi,aradığımızı google’da şak diye buluvermemizi,dahası bilgisayarları artık elimizde taşıyor olabilmemizi anlamakta güçlük çekiyor.

Her teknolojik gelişme gibi internet de kullanıcının onu nasıl kullandığına göre şekillenen bir hamurdur.Dinamitle otoyol için dağları da delebilirsiniz ,masum insanların hayatlarını da ellerinden alabilirsiniz.

Twitter kullanmadıkları halde twitter kullanıcılarını küçümseyen insanlara da bizlerin twitterı nasıl kullandığımızı anlatmak isterim.

Twitter ‘a anlık olarak ne düşündüğünüzü yazarsınız ve iletişimde olduğunuz insanlar sizin yazınıza cevap verir, sohbet başlar.Bu olabilecek en ortalama paylaşım şeklidir.
Twitter’ın özünü anlayabilenler ise birlikte hayatı paylaşırlar.

Örneğin evde hasta yatan,sınavlara hazırlanan,şehir dışında hatta yurtdışında olan,konuşma engeli olan belki dışarı çıkacak parası olmayan pek çok insan kendi evinde sadece bir internet bağlantısı aracılığıyla yeni dostlar ediniyor.Hep birlikteymişçesine diziler,yarışmalar,haberler izlenip üzerine sohbetler ediliyor.Bir gece randevulaşıp sanal fasıl yapılıyor birlikte aynı şarkıları dinleniyor.
Birinin bir derdi varsa anında çözüm üretiliyor.

En önemlisi normal hayatta sokakta yanımızdan geçip gidecek ve belki de hiç tanışmayacağımız insanlarla sinemada karşılaştığımızda sohbet ediyoruz.Hadi deyip ,çıkıp birlikte bir kahve içiyoruz ,40 yıl hatırımız olsun diye.

13 şubat cumartesi akşamı yine internette @emregurcan ve benim 2004 yılında kurduğumuz, Secret Party İstanbul ile sanal alemde edindiğimiz dostlukları gerçeğe çevirmek için bir parti organize ettik.Tüm iletişimi internet üzerinden gerçekleştirdik.Parti mekanının sahibi de twitter’da tanıştığımız bir dostumuz olan @NeslihanYargici oldu.

Ünlü ünsüz pek çok isim partiye katıldı,sohbet etti, party mühendisinin müzikleri ile dans edip eğlendi.İnternette konuştuğu ama hiç yüzyüze gelmediği insanlara partide bir merhaba diyenler ,şimdi gerçek hayatta da arkadaş oldular.

Partide @AskDoktoru’nun etrafındaki grup aşk acılarını anlatırken,Barbaros Şansal çevresinde oluşturduğu halkaya stand up show yapıyordu.Terastaki başka bir grup bir ara sohbeti öyle koyulaştırmıştı ki birbirlerine askerlik anılarını anlatmaya başlamışlardı. :)

Partiye katılmak için Dubai’den,Ankara’dan gelenler oldu.Son anda bir mazereti çıkıp gelemeyenler,tweetleri ve cep telefonları ile canlı bağlantılar yaptılar.Gecenin sonunda telefon numaraları alındı,yeniden buluşmak üzere planlar yapıldı.
Twittercılar olarak pişman değiliz,tweetlemeye ve Secret Partylerde eğlenmeye devam edeceğiz.Party fotolarını ve detayları merak edenler cumartesi günü @ElifD1 ile @sosyalem ‘i izlesinler.

Ben kim miyim?

Merhaba, ben @mervethemermaid ,belki şöyle tavana bakarsam hatırlarsınız
:)

9 Şubat 2010 Salı

Gülmek yasak

Hayata avcılıkla başlamış insanoğlunun kaçanı kovalama ve yakalama isteği içgüdüsel bir durumdur.Velhasılı yasaklar çekicidir.
Bir vakıf yararına ilköğretim öğrencilerine eğitim verdiğim dönemde bir pedagog da bize çocuklara nasıl davranmamız gerektiğini öğretmişti.Özetle;
Çocuklara yasaklar koymayın,sadece ne yapmasını istiyorsanız onu, anlayabileceği bir dilde anlatın.
Örneğin bir çocuğa “okula giderken pembe ayakkabılarını,mavi eteğini ve sarı kazağını giymeni istemiyorum” derseniz aynı çocuğun ertesi gün okula giderken pembe ayakkabılarını,mavi eteğini ve sarı kazağını giydiğini görebilirsiniz 
Çünkü çocuklar o yaşlarda bir şeyi “yapMAmayı” anlayamazlar .Bunun yerine örneğin okula giderken mavi önlüğünü ve siyah ayakkabılarını giymeni istiyorum demeniz çok daha pratik ve işlevsel olacaktır.
Ceza Kanunlarında da 11 yaşın altındaki çocuklara adam öldürseler dahi ceza verilmemesinin nedeni tam da budur.
Çocuğunuzun ileride sigara içmesini istemiyorsanız yapmanız gereken tek bir şey vardır;sigara içMEmek 
Yoksa elinizdeki sigarayı küllüğe bastırırken “evladım sigara sağlığa zararlıdır ,sakın “içME” ” demeniz onda sigara “içme” isteği uyandırmaktan öteye gidemez 
(Sigara tiryakisi okuyucu burada çakmağına uzanır  )

Yasaklasak da mı saklasak yasaklamasak da mı saklasak

Kapalı alanlarda sigara içmek yasaklandı. İnsanlar yasaklandı diye sigarayı bırakmadı,sokaklarda içmeye başladı .Bu gidişle sigara paketlerine yeni uyarılar konacak,”kışın açık havada sigara içmek zatürreye neden olabilir”.

İnternette bazı sitelere erişim yasaklandığında kimse aman girmeyeyim demiyor,yasağı nasıl deler de girerim diye yeni teknikler araştırıyor.

Yapılan istatistiklerde muhafazakarlığı ile tanınan Konya’da erkek dergilerinin ve alkollü içeceklerin yüksek oranda satıldığı ortaya çıkıyor.

Bense özgürlükler şehri İzmir’de büyüdüm.15 yaşımda cumartesi günleri alkolsüz gündüz matinelerine gitmeye başladım arkadaşlarımla. Ben hiç izin istemedim giderken ama ailem hep nerede ve kimlerle birlikte olduğumu bildi.
Zaten yalan söylemeye kalksam annem yüzümden salisesinde anlar. Bu yüzden benim hiç Ayça’lara gidiyorum diye evden çıkıp sevgilimle buluşmuşluğum da olamadı. 
Oysa erkeklerle konuşmanın dahi namus cinayetine kurban gitme nedeni olduğu toplumlarda ensest ilişkiler,kız kaçırmalar yaşanıyor.

Ben küçükken Televizyonda Alf isimli bir uzaylının yemek istediği evin kedisinin peşinden koşturmasını izleyip güldüm ama hiçbir zaman bir kediyi yemeyi düşünmedim.
Ahlakı bozduğu gerekçesiyle cezalandırılan Aşk-ı Memnu’yu izleyip aman ben de gideyim kocamın yeğeni ile aşk yaşayayım diyen var mıdır?

8 Şubat 2010 Pazartesi

Secret Party İstanbul’u dinliyorum eyes half open


2004 yılında bir yaz gecesi Emre ve Merve kardeşler birkaç arkadaşlarıyla evde sıkıntıdan patlarken, biri hadi parti yapalım “dedi. Herkes cep telefonlarına sarıldı,ama kimi aradıysak ya Bodrum’daydı ya Antalya’da.
Evdekilerin bir sürü arkadaşı vardı ama Murphy Kanunları gereği ihtiyaç anında hiçbiri müsait değildi.
Ama bu onları yıldırmamalıydı. Emre “O zaman internetten parti yapmak isteyen insanlarla tanışalım” fikrini attı ortaya.
O zamanın popüler networking aracı yahoo groups’ta hemen bir grup sayfası açıldı.
Grubun amacı parti yapmaktı,partiler de İstanbul’da olacaktı.Ama düşünülmesi gereken önemli bir sorun vardı.Bu partiler benim,senin ve onun evlerimizde yapılacaktı ve internetten hiç tanımadığımız insanları davet etmeyi planlıyorduk.Her kapıyı çalanı evimize kabul edemezdik.O halde partiye sadece vereceğimiz şifreyi söyleyebilen davetliler katılabilmeliydi.Böylece Secret Party İstanbul bir gecede doğdu.
Herkes kendi arkadaş listesini davet etti önce, başlangıçta sadece 200-250 üyemiz vardı.
İlk partimizi 2004 yılında Bebek yokuşunda daha önce restaurant olarak kullanılan eski bir köşkte yaptık.Restaurant kapalıydı çünkü mutfağında kısa süre önce yangın çıkmıştı.İşletmecisi arkadaşımızdı,bir geceliğine anahtarları vermişti.İlk partinin konsepti maviydi,herkes ya mavi giyecek ya da en azından üzerinde mavi bir aksesuar bulunduracaktı.
O ilk gece yaklaşık 80 kişi maviler içinde çok keyifli bir gece geçirince devamı geldi.
Secret Party’lerin özellikleri de yavaş yavaş oluşmaya başladı.
Partileri para ödeyerek herkesin girebileceği mekanlarda yapmayacaktık.Cafeler,restaurantlar parti sırasında sadece bize ait olmadıkça parti mekanımız olamazdı.Bunun yanında evler,ofisler,depolar,garajlar,bir aikido salonu veya oda tiyatrosunda partileyebilirdik.
Çünkü parayla satın alınamayacak,aramakla bulunamayacak parti ve aktiviteleri küçük mutlu bir azınlığa sunmayı hedefliyorduk.
Herkes tiyatro izlemeye gidebilirdi,ama oyunun sonunda tiyatrocuların kostümlerini giyip sahnede doğaçlama yapmak, ardından fuayede partilemekse amaç ,o bizden sorulurdu :)
Sabah annelerimize anlatabileceğimiz partiler yapıyoruz .
Secret olan sadece partinin yapılacağı yerdir.Parti mekanını parti öncesi sadece davetliler öğrenebilir,verilen şifre ile içeri girebilir.Ertesi gün partide yaşananları gazetede okuyabilirsiniz ,çünkü biz sabah annelerimize anlatabileceğimiz partiler yapıyoruz.
Secret Party Istanbul genel olarak bir yaptığı konsepti bir daha tekrarlamamasıyla övünür.
Her ne kadar son 3 yıldır artık gelenekselleşen şekilde Kostümlü Cadılar Bayramı partisi düzenliyor olsak da 3 parti de farklı mekanlarda ,farklı müziklerle yapıldı.
Şu an 2000 civarında üyesi olan grubumuz Yahoo Goups’un yanı sıra Facebook ve Twitter üzerinden de haberleşmektedir.
Biz büyümeyen çocuklarız ve bunu da oyun olarak algılıyoruz. Her parti farklı bir oyun, dolayısıyla farklı bir konsepti ve farklı kuralları var.
Parti öncesi tüm üyelerimize o partinin kurallarını anlatıyoruz. Örneğin bir dress code varsa baştan ayağa beyaz giyinmek veya abiye giyinmek gibi, bunu önceden tüm gruba duyuruyoruz ve oyuna katılmak isteyenlerin bize başvurmalarını talep ediyoruz.
Alem Dergisi’nde özel haber olarak yayınlanan özel gece ismini verdiğimiz partimizde erkeklere takım elbise kadınlara ise abiye etek veya elbise zorunluluğu getirmemiz ve kadınların pantolon giymelerini yasaklamamız gibi.
Kimler davetli olabilir?Secret Party İstanbul üyesi olmak için belirli bir eğitim veya gelir seviyesinde olmanızın ya da belirli bir dinin mensubu olmanız veya herhangi bir siyasi görüşü destekliyor olmanızın önemi yoktur.Önemli olan koyduğumuz oyun kurallarına uymanız,mızıkçılık yapmamanız ve oyundan keyif almanızdır.Bir party yapılacağını haber aldığınızda katılmak için bize e-posta ile başvurmanız ve size gönderilecek cevabi e-postadaki talimatlara uymanız yeterlidir.

Secret Party İstanbul sadece party organize eden bir grup değildir. Yanı sıra birlikte tabu oynamak,çadırla kamp kurmak,atv safarisi,dağda bayırda trecking yapmak,müze gezmek,dvd izlemek gibi aktiviteler de yaparız.
Yemeğini kap gel gurme gecelerinde sushi yapmayı öğrenebilir, Acem pilavının, Kayseri Mantısının tadına bakarız.
Riva ve Polonezköy’deki pikniklerimizde “etçil hareket engellenemez” sloganlarıyla mangal yaparken 29 Ekim’de elimizde meşaleler Bağdat Caddesi’ndeki kortejde yerimizi alırız.
Bir üyemizin cenazesi için Sinagoga diğeri için camiye, partide tanışıp evlenen çiftin düğünü için taa Lüleburgaz’a gideriz. Bir yakınımıza kan lazım oldu mu hastaneye koşarız.

İçimizdeki çocuklar bazen büyür, gerçek çocuklara okul malzemesi ve bayramlık giysi alırız. Başbakanlık bizi bunun için gümüş madalya ile onurlandırınca gene çocuklar gibi şen oluruz.

Sabah Gazetesi’nde bizi anlatan başlık gibi; ortam sanal parti gerçektir. Biz internette tanışıp gerçek hayatta dost oluruz, aşık olur, birlikte iş yapar, birlikte çözüm üretir, birlikte eğleniriz.

13 Şubat Cumartesi gecesi özellikle twitter ve facebook kullanıcılarının sanal ortamdan çıkıp yüz yüze tanışıp kaynaşmalarını amaçlayan bir partimiz var.Yeri tabi ki şu an gizli.Bize davetiye için eposta atanlar Çarşamba günü şifrelerini ve mekanın yerini öğrenecekler.Ünlü,ünsüz tüm kullanıcılar katılabilir,ama maalesef mekanın kapasitesi ve oyunun kuralları nedeniyle kapıda adı olmayan ve şifreyi söyleyemeyenler içeri giremeyecekler. :)

Bir yerde birileri bir şekilde eğleniyorlar. Peki siz davetli misiniz?
İyi eğlenceler.
:)

Secret Party İstanbul

1 Şubat 2010 Pazartesi

İstanbul’da bir İzmirli olmak




İzmir’de büyüdüm. Söylemesi ayıp 35.5 (otuzbeşbuçuk) Karşıyakalıyım.
Üniversiteden sonra iş için İstanbul’a göç ettim.İstanbullular İzmirli olduğumu duyunca hep şaşırdı,İzmir gibi güzel bir şehir bırakılıp da gelinir miydi bu İstanbul keşmekeşine?
Şimdi size biz simide gevrek deriz,kumru da bir kuş değildir klişelerinden bahsetmeyeceğim.
Sonradan İstanbullu olmuş bir İzmirlinin gözlemlerini paylaşacağım sizinle.

İstanbul’a taşınan bir İzmirli önce taşındığı gün komşular niye ellerinde çaydanlık ve kekle hoş geldin’e gelmedi diye merak eder, 2. gün oturduğu apartmanın asansöründe karşılaştığı komşusuna günaydın dediğinde neden kuru bir karşılıkla yetinildiğini anlamaya çalışır. 2 sene sonra ise oturduğu apartmanda kapıcıdan başka kimseyi tanımadığını fark ettiğinde İstanbul’da bir İzmirli olduğunu anlar. Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar sözünü hatırlar.

İstanbul’da hangi taksiye binse taksicinin ilk sorusunun “abla memleket nere?” olmasına , bu soruyu soranların yarısının Sivaslı olmasına ve de İstanbul’da Sivas’tan daha çok Sivaslı olmasına da zamanla alışır.
Çünkü İstanbul’a göç edenler hiçbir zaman İstanbullu olmayı kabullenmezler. Kendi gettolarında oturup ,kendileri toplu halde İstanbul’a göç ettikleri için 9 hane kalan köyleri adına “yaşatma ve sevenler” dernekleri kurmaya bayılırlar.Çünkü İstanbul tek başına bir insanı yutabilir,birlik olmak gerekir.

İstanbul bencil bir şehirdir. Trafikte yol verilmez, zorla alınır. Emniyet şeridinden gidilir, yaya geçidinde yaya varsa frene değil gaza basılır. İzmir’deyken makasa giren, kırmızıda geçen aracın İstanbullu olduğu konusunda bahse girip ,her seferinde kazanan bireyler İstanbul’un en çok trafiğinde bocalar. Çünkü artık tüm plakalar 34’tür.

İzmir’de plakaların harf hanelerinden hangi ilçeye kayıtlı olduğu anlaşılır, KFK’lar AE’ler Karşıyaka’dır,H ler Bornova ama İstanbul’da bırakın plakadan ilçeyi anlamayı toplam kaç ilçe olduğunu bile sayabilen azdır.

İstanbul’da evler de küçüktür ama en önemlisi balkonlar küçüktür hatta bazı semtlerde balkon yoktur. Dolayısıyla balkondan balkona komşularla sohbetler de, yazın mangal sefaları da yoktur.
Yazın İzmirliler öğleden sonraları Foça, Çeşme, Gümüldür ve Kuşadası’ndaki yazlıklarına kaçarlar İstanbullu için ise hafta sonu denize girmek lüks sayılır.Denizin sureti var kendi yoktur İstanbul’da .

Hayatında karı sadece filmlerde görmüş bir İzmirli doğal olarak kayak yapmayı da bilmez, olsa olsa roller blade ya da buz pateni yapmıştır.
Bu yüzden kar yağdığında herkes evine çekilirken, İzmirli çıkıp ayaklarının altında ezilen karın sesini dinleyerek sokaklarda yürür, kartopu oynar ,kardan adam yaparken çocuklar gibi şendir.Yağmura alışkın bünye, karlı havada da şemsiye kullanması gerektiğini düşünerek birkaç şemsiyeyi de haşat eder.
İzmirli depremden korkmaz, zira depremin kaç şiddetinde olduğunu söyleyebilecek kadar uzmandır. “Saksıdaki çiçek sallandı bu 3,avizeler de sallanıyor bu seferki 4, boş ver hadi yatalım”, der .
İstanbul’a taşınan İzmirli gardrobunu da yenilemek zorunda kalır.Çünkü İzmir’de giydiği askılı bluzları,mini etekleri,büstiyerleri İstanbul’da giyerse Müjde Ar’ın Arabesk filmindeki kahvehane sahnesinin gerçek olma olasılığı yüksektir.Kahvedekiler İstanbul’un neresi olduğunu gösteriverirler.
Baştaki soruya geri dönersek İzmir bırakılıp İstanbul’a gelinir mi?
Kesinlikle evet,pişman değilim.Çünkü;
10TL giriş parası ödeyip Cem Karaca’yı rezervasyonsuz canlı canlı dinleyebildiğin mekanları olan şehirdir İstanbul ,bir içecek dahil!
Sabahın 04.00’ünde bile trafiği tükenmeyen ,uyumayan ,
Lüks villalarla gecekonduların yan yana dizildiği,
Bağdat Caddesi’nde taksiden çok BMW sayılabilen ,
Her şeye rağmen Boğaz Köprüsü’nden geçerken seni fethedeceğim dedirten şehirdir İstanbul .


İstanbul’u düşünüyorum gözlerim kapalı,dilimde Sting’den Englishmen in New York.

Haa, aklıma gelmişken İzmirlilerin gevrek dediği İstanbul’un simidi değildir zaten.Simide göre daha ufak ama, çok daha çıtırdır,gevrek ismini de bu çıtırlıktan alır.İzmirliler sadece pastanede satılan tatlı simide simit derler ki o çıtır çıtır olmaz, yumuşacık ve daha tatlı bir hamurdan yapılır.

Taşıt Araçlarına Göre Şehir Kültürü

İstanbul trafiğinde ve özellikle de mesai saatlerinde sık sık toplu taşım araçlarını kullanıyorum. Bu durumda malum, yolculuklar oldukça uzun sürdüğünden ya kitap okuyorum ya da diğer yolcuları gözlüyorum.
Her toplu taşım aracının yolcusu aynı olmuyor.Aynı yolcular iki ayrı tür araç arasında aktarma yapsalar dahi sergiledikleri tavır farklı olabiliyor.
Örneğin metrobüs yolcularının en az %60’ı yolculuk sırasında cep telefonu ile konuşur. Bozulan aracının tamiri için sigorta şirketi ile cep telefonunda kavga eden sigortalı ile daha önce satmış olduğu sigorta poliçesinin bedelini tahsil edemediği için telefonda müdürüne sigortalıyı çekiştiren sigorta satıcısı aynı metrobüste karşınıza çıkabilir.
Şehir hatları vapurlarının yolcuları enteldir. Telefona fazla tenezzül eden çıkmaz. Onlar kışın saleplerini yudumlayıp, kitaplarını ya da gazetelerini okur ,yazın martılara simit atarlar.Deniz onları sakinleştirdiği için olsa gerek aceleleri yokmuş izlenimine kapılırsınız.Vapur yanaşmadan atlayan tek tük insana rastlarsanız bilin ki onlar vapur müdavimi değildir.
3 tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen denizleri kullanmayı bir türlü beceremeyen bir toplumun, deniz yolculuğunu keşfedebilen azınlığının yüzleri tabi ki daha güleçtir. Az önce Kız Kulesi’ne el sallayan, Sarayburnu’nda vapurla yarışan yunuslara tanıklık eden bir insan nasıl mutlu olmasın ki
Deniz otobüslerinde ise durum daha değişiktir. Havaalanına giden hostesler ve kocaman bavullarıyla yolcular deniz otobüslerini tercih eder.Kural olarak telefonlar yolculuk süresince kapatıldığı için insanlar ya kitap okur ya da yarım saatlik kısa yolculuğa aldırmadan azıcık şekerleme yaparlar.
“Deniz var” denirse, hadi canım deniz otobüsü karadan gidecek değildi ya demeyin deniz var hava kötü, yolculuk sarsacak, dikkat edin demektir.
Taksiler acelesi ve tabi ki biraz da parası olan yolcular içindir. Tabi taksiciye de gideceğiniz yeri beğendirmeniz gerekir önce ki, bu cumartesi akşamları Taksim’de hele de kar varsa ÖSS’de iyi bir yere yerleşme ihtimalinizden daha düşük bir olasılık olabilir.
Taksicilerin klasik sohbete başlama soruları “Abla memleket nere?”dir. Bu soru ile açılan muhabbet genellikle politika, hayat şartları ve yolcu erkekse futbol ile devam eder.
Sarı dolmuşlarla iki yaka arası seyahatler ise her araç sürücüsü için cankurtaran niteliğindeki bir kurstur. Zira bu yolculuklar genelde sıkışan trafiğe takılmak istemeyen şoförün diğer meslektaşlarıyla sık sık telefonlaşarak tespit ettiği farklı güzergâhlardan yapılır. Köprü trafiğine kapılmadan ne kadar arka sokak ve yan yol varsa kullanılarak uçarcasına karşı kıyıya ulaşma taktikleri için her şoförün birkaç kez bu yolculukları yaparak uzmanlardan taktik alması önerilir.
Tabi kurs konusunda hanımları da unutmayalım. Sabah ve akşam Gebze’den kalkan trene binip Erenköy civarında inen hanımlar oturdukları yerde tığ ve şiş ile örgü örerler. Değişik örgü modelleri ve teknikleri öğrenmek isteyenler için hafta içi her gün açık olan bu kurslar ücretsiz olarak verilmektedir. “Kolay gelsin, ne kadar güzel bir şey o” diye söze girmeniz yeterlidir.
Tüm bu araçların ortak yanları da vardır tabi, hepsinde cam kenarı popülerdir.Yazın vapurların yan koltukları ve güverteleri ile her mevsim çiftkatlı otobüsün üst kat en öndeki 4 koltuğu popülerdir.
Toplu taşım araçlarında yalnız yolculuk etmiyorsanız eğlenceli oyunlar da oynayabilirsiniz. Örneğin vapurda seçeceğiniz, tanımadığınız bir çiftin o anda ne konuşuyor olabileceklerini, ne iş yapıyor olduklarını, evli mi yoksa sadece seviyeli bir birliktelik mi yaşıyor olduklarını tahmin etmeye çalışarak yolculuğu eğlenceli hale getirmek mümkündür.
Siz siz olun yolculuk sırasında göz ucuyla bile yandaki yolcunun okuduğu gazeteye bakmayın,devlet sırrı okuyor edasıyla gazetesini saklamaya çalışması ,sizi de ajan zannetmesi an meselesi olabilir.3 kuruşluk haber okuyacağım diye asabınızı bozduğunuza değmez,boş verin.
Özel araç kullananlar zamanlarını kullanmayı iyi bilirler; trafik ışıklarında veya köprü trafiğinde makyaj yapabilir, telefonla konuşur, mesajlaşır, direksiyon üstünde dergi okur ve kahve içerler.
Boş olsun dolu olsun, minibüs caddesinde bir minibüsün arkasından gitmeyin. Sinyal vermezler,yolcunun “müsait bir yerde inebilir miyim?” cümlesi ağzından daha çıkamadan ışık hızıyla frene basıp yolcuyu indirme konusundaki rekorlarını egale edebilecek rakip tanımazlar. Zaten zorunlu değilseniz aslında minibüs caddesinden özel aracınızla da gitmeyin,adı üstünde o cadde minibüslerin ne işiniz var orada di mi
Vapur ve trende çalışan satıcılar kadar teatral ve eğlenceli olmasalar da ,sıkışan trafikte çalışan seyyar satıcılar kendi hayatları pahasına sizin hayatınızı kurtarırlar.
Mevsimine göre simit,kağıt helva,su,dondurma muz ve erik yiyebilirsiniz.Şarjınız biterse üzülmeyin hemen bir çakmak şarjı alabilirsiniz,sevgiliniz telefonda sitem ederse hemen seyyar çiçekçiden gülünüzü ,çocuğunuza balon veya Çin işi yanar dönerli oyuncaklar alıp işi kurtarabilirsiniz.
İyi yolculuklar.

Birol Güven ile söyleştik


Soğuk bir aralık günü Birol Güven ile görüşmek üzere Mint Akademi’ye gittim ve bir anda kendimi bir senaryo toplantısının ortasında buldum. Beğeniyle izlediğim dizilerin senaryo ekibi ile kısa süreliğine de olsa aynı masada sohbet etmek gerçekten çok keyifli bir deneyim oldu.Esprilerin havada uçuştuğu,kahkahaların eksik olmadığı masada bu kadar başarılı dizilerin nasıl gerçekleştirilebildiğini anlamak hiç de zor değil.
“Ben aslında röportaj vermeyi sevmem,mümkünse yapmamayı tercih ederim” diyen ancak beni kırmayıp tüm samimiyetiyle çocukluğundan, kendi çocuklarına kadar her konuda sorularıma içtenlikle cevap veren Birol Güven’e tekrar teşekkür ediyorum.Av.Merve Gürcan

Birol Güven Kimdir
yapımcı , senarist,yazar,eğitmen ve yönetmen ,TESİYAP başkan yardımcısı
1964 Darıca /KOCAELİ’de doğdu.Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dil Bilimi Bölümünden mezun oldu.Tv dizi ve filmleri:Ayrılsak da Beraberiz, Dikkat Bebek Var, Çocuklar Duymasın, En Son Babalar Duyar , Anadolu Kaplanı, Kadın İsterse ve Kadın Severse, Arka Sıradakiler, Bayrampaşa ben fazla kalmayacağım
Kitapları: Teneke Üzerinde Midyeden Sosyeteyle Suşiye ve Yatak Odası Diyalogları

YURTTAŞ OLMAYI TEHLİKELİ BULUYORUM
MG:Önce çocukluğunuza dönelim,11 yaşında ehliyetsiz araba kullanmaktan hakkınızda dava açıldığı doğru mu?
B.G:Doğru.Benim babam Aygaz Bayii,hala da öyle,küçük yaşta araba kullanmaya başladım,hatta hiç bisiklete binmedim.Ama arabayı çok küçük yaşta ,hatırlamıyorum bile kaç yaşında kullandığımı. 11-12 yaşlarında bir hakim karşısına çıkmıştım.
M.G:Ne oldu peki beraat mi ettiniz?
BG:Tam hatırlamıyorum,sadece sorular bir garipti,ben küçüktüm.Evli misin?bekar mısın?,medeni halin nedir? falan gibi rutin sorulara güldüğümü hatırlıyorum.Bir şey olmamıştı günün sonunda herhalde
MG:11 yaşın altında zaten cezai ehliyeti yoktur.
BG:Ama herhalde orda şey vardır,babama belki bir şey.Tam hatırlamıyorum ama belki takipsizlik falan mı ,uyarı mıydı?Cezası da hani ne olabilir ki?
MG:Herhangi bir kaza falan olmadı herhalde
BG:tamam ,ben kaçırdım arabayı falan gibi bir şeyler demiştim.
MG: Çocuklar Duymasın dizisi 13 bölümünün, 1.5 yıl içerisinde toplam 490 kere aynı kanalda tekrar ettiği için Guiness Rekorlar Kitabı'na başvuru yaptığınız doğru mu?Doğruysa akıbeti nedir?
BG:Başvuru yaptık,Orhan Kural Hoca’ya başvurduk.Onlar dedi daha doğrusu, bu bir rekordur.Ama oradan bir cevap alamadık.Çünkü böyle bir kategori yok.Guiness’e herhalde derdimizi anlatamadık.Çünkü tekrar diyince onlar ,mesela bir Brezilya dizisi dünyanın her yerinde yayınlandığı için tekrar sayısı bizden çoktur, daha çok tekrar var ama değişik kanallarda tekrar var, ama bizimki aynı kanalda, aynı bölümlerin tekrarı olduğu için Guiness’te böyle bir kategori yoktu.Açmayı da mantıklı bulmadılar herhalde.Çünkü başka bir dizi de olmaz, böyle bir kategori anlamsız olur.
MG:Hala devam ediyor tekrarlar
BG:Evet ediyor, hatta herhalde binlerden bahsediyoruz
MG: Yıllardır tekrarları yayınlanan eski dizilerinizden siz ve oyuncularınız telif haklarınızı alabiliyor musunuz?
BG:Yok alamıyoruz.Çünkü televizyon , herkes bunun yasaya aykırı olduğunu söylemesine rağmen, tüm hakları devralıyor,dolayısıyla kanalın oluyor mal,zaten Türkiye’de bunu çok net açıklayan bir şey vardır;bu dizi nokta nokta kanalı tarafından yaptırılmıştır.Yani bizi orda üretici ,yaratıcı değil de daha taşeron gibi konumlandırıyor.Yasaya aykırı ama, biz tüm haklarıyla devrediyoruz kanala,zaten ben onlara sözleşme demiyorum,mütareke,yani bir tek Boğazlar’dan geçiş üstünlüğünü almıyorlar bizden.
MG:Tv şirketleri ile sözleşme yaparken tekrar yayınlar için de özel hüküm koyuyor musunuz?
BG:İstiyoruz ama kabul etmiyorlar. Onların baş şartı, eserin mülkiyetini alıyorlar ama herhalde yasada bazı düzenlemeler olacak ve böyle sözleşmeler yapılamayacak diye düşünüyorum.
MG:Televizyon ve Sinema Yapımcıları Meslek Birliği’nin de (TESİYAP) başkan yardımcılığını yürüten biri olarak ,
Ülkemizde telif haklarının yeterince korunduğunu düşünüyor musunuz?
BG:Tabi ki korunmuyor.Yani çok telif ülkesi değiliz.Ama çok yeni ve hızla geliştiğini düşünüyorum.Yasa müsait,sadece uygulama,daha çok hak arama gerekiyor herhalde ,telif adına Türkiye’de ,meslek birliklerinin daha aktif olması gerekir diye düşünüyorum.Birden fazla meslek birliğinin olmaması gerektiğini düşünüyorum,çünkü biz onun acısını çekiyoruz.3 tane meslek birliği var bizim tarafımızda ama birleşiyoruz şu anda ,çünkü Kültür Bakanlığı bir meslek birliği ile muhatap olmak istiyor.Yakında daha güçlü olacağız.
Türkiye’de meslek birliği çalışmaları çok iyi yapılamıyor tabi ki sorunlar var.
MG:Şirket bünyenizde veya düzenli olarak çalıştığınız bir avukatınız var mı?
BG:2 avukatımız var ,avukatlık işimiz bizim çok fazla oluyor.Çünkü 1)kanallarla sözleşme yapmak zorundayız 2)kendi çalışanlarımızla sözleşme yapmak zorundayız. Genellikle serbest meslek erbabı sanatçılarla çalışıyoruz, oyuncularla ya da telif karşılığı bizimle çalışan senaristlerle ve müzisyenlerle çalışıyoruz dolayısıyla çok fazla sözleşme yapılması,düzenlenmesi gerekiyor.Biz her zaman sözleşme yapmıyoruz , şifahi de yapıyoruz tabi sözleşmeleri
MG:En zararlı olanı o galiba
BG:Kanal tarafı tabi çok net , bizde o sorun olmuyor biz haklarımızı kanala teslim ettiğimiz için ve bunu da herkes bildiği için insanlar da bizim o hakları almamızı bekliyor ki onlarla paylaşalım,biz de onun mücadelesini veriyoruz
MG:Senaryo yazarken hukuki danışmanlık hizmeti alıyor musunuz?
BG:Eğer konu hukuki bir şeyse ve gerçeklik arıyorsak mutlaka bizim kendi avukatlarımıza, onlar zaten hem avukatımız hem arkadaşımız ,soruyoruz.
MG:eşinizle evlilik sözleşmesi yaptınız mı? Yapmayı düşünüyor musunuz? Evlilik sözleşmeleri yapanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
BG:Evlilik sözleşmesi kişiye özel demeyeyim de, ilişkiye özeldir.Bizim aramızda anlamı yok.Yani benim eşimle ilişkimde sözleşmenin çok anlamı yok.Çok demokrat bir aileyiz.Sözleşme gerektirecek bir ilişkimiz ve bir malvarlığı yapımız yok
MG:Çocuklarınızın avukat olmasını ister misiniz?
BG:Çok isterim,hatta 2 çocuğum var, birisinin avukat olmasını .Geçen gün konuştuk, anlamıyorlar tabi ki avukatlıktan ,büyük oğlum zaten müzisyen ,o yönde ilerliyor,kız daha çok net anlaşılmıyor ama avukatlığa çok müsait bence ,avukat olmasını, en azından birinin avukat olmasını çok isterim çok gerekli olduğunu düşünüyorum.Ve ben de avukatlık,hukuk okumayı çok isterdim,çok iyi bir avukat olabilirdim,pişmanım
MG:Hala okuyabilirsiniz
BG:Hala da okuyabilirim,ama hukuk zaten bence zorunlu ders olmalı.
MG:Tabi mühendislik okurken de iş hukuku vs okunuyor
BG:Kesinlikle hukuk bilmemek,1)bir kere hukuk çok zevkli geliyor bana 2) bir de çok gerekli geliyor .Yani yarın öbür gün çocukların haklarını bilen ,haklarını takip eden nerden ne olacağını ..
çünkü ben çok tehlikeli de buluyorum bir yurttaş olmayı,yasaları bilmeyen bir yurttaş yani kaplan terbiyeciliği gibi bir şey
Yani benim çocuklarım büyüdüğünde 3 kişi 4 kişi birleşip kavga etseler, çeteye girse bunları bilmesi gerekir herkesin. Yani bizi aynı zamanda devletten koruyacak bir hukuk bilgisine ihtiyacımız var.
BG: Hakları bilmek önemli .Ticarette mesela,ticaret yapmak çok riskli bir şey Türkiye’de bir insan mesela bir işyeri açıyor ve sigortalı insan çalıştırıyorsa bence hemen ilk iş gidip onun heykelini dikmek gerekir diye düşünüyorum .
Türkiye’de zaten işveren hak yiyen adamdır ya halbuki,zavallı en mağdur odur yani,yasalara göre yani tam böyle vergisini verse, iş güvenliğine uysa zaten para kazanma ihtimali yok.O yüzden hatta çocuklarımın ikisi de hukukçu olsun çok isterim.
TÜRKİYE’DE DAVALAR BİTMİYOR ,BİTMEYEN BİR ŞEYİN DE,NE KOMEDİSİ OLUR NE DRAMASI

MG: Ally Mcbeal tarzı, hukuk bürosunda geçen bir komedi dizisi yazmayı düşündünüz mü? Diziyi biliyor musunuz bu arada?
BG:Biliyorum.O konuda da çok kafa yormuş birisiyim,Türkiye’de hukuk dizileri tutmaz.Tutma ihtimali yok,bunun çeşitli nedenleri var;
Neden tutmuyor? Amerika’da hukuk dizileri, Türkiye’de mafya dizileri tutuyor.Bu ülkenin sorunlarını nasıl çözdüğüyle doğru orantılı bir şey
Zaten aynı bölüm içinde bir davayı sonuçlandırırsanız zaten inandırıcı olmaz.
Hala süren bir sürü davamız var bizim bir şekilde,Türkiye’de davalar bitmiyor ,bitmeyen bir şeyin de filmi olmaz.Ne komedisi olur ne draması olur,o yüzden Türkiye bu hukuk sistemiyle ancak mafya dizilerinin yapılacağı bir ülke olur.Sıkıcı hukuk.
MG:Hukukla ilgili başınıza gelen komik ya da trajikomik diyelim, ilginç bir anınız var mı?
BG:Yani benim hukukla ilgili çok önemli bir anım var ama hani Oscar’lık bir film bile olabilir. Uzan döneminde biz oraya dizi yaptığımız için bütün o süreci biz de yaşadık.
MG:Hangi diziyi yapıyordunuz?
BG:Biz o zaman bütün dizileri Star’a yapıyorduk ve o süreç içinde bize de tedbirler kondu ve trajikomik bir çok şey yaşadık.9.5 katrilyon ödeme emri gelmişti;6.5 milyar dolar en komiği oydu.Komik mi bilmiyorum.Müteselsilen sorumlu tutuldum bütün İmar Bankası sürecinden.
MG:Ne yaptınız peki ,çözüldü mü olay?
BG:Sonra çözüldü tabi TMSF ile uzun uğraşlar sonucu
Ben bir TMSF ve 5020 sayılı Bankacılık Kanunu uzmanıyımdır. Çekirdekten avukatım. Avukatlar bilmez o yasayı.Yeni olduğu için,ister istemez en iyi mağdurlar biliyor
MG:Hakkınızda yapılan asılsız haberler konusunda neler yapıyorsunuz?
BG: internet ortamında bir şey yapmadım, galiba müracaat edince siliyorlar ama gazeteler çok ilginç tabi. Bir şey dikkat çeksin diye, gazetelerde manşet terörü var manşete attıkları her şey yanlış ,aşağıda yazdıkları her şey doğru.
Hakaret olursa dava açıyoruz
MG:Rtük ‘ten memnun musunuz ? Sizce denetim olmalı mı ne kadar olmalı?Sigara ve alkolün üzerlerinin kapatılması doğru mu?İşe yarar mı?Silahların üstü nün de kapatılması gerekir mi?
BG:Ben o konuda biraz daha özgürlükten yanayım.Rtük’e de ben şahsen karşıyım,onun yerine meslek birliklerinin o işi üstlenmesi gerektiğini düşünüyorum.Bir kontrol mekanizması olmalı ama sektörün kendisi bu işi üstlenmeli baro gibi ya da tabipler odası gibi .Televizyonda da her türlü şeyin gösterilmesinden yanayım ama bir tek şartla,saatler önemli yani çocukların uyumadığı saatte ayakta olduğu saatte başka bir yayıncılık anlayışı olmalı ,çocuklar belli bir saatte uyumalı o da ayrı bir mesele
MG:'Yatak Odası Diyalogları' adlı kitabınızda Ahmet İpek’e “Kendimi kandırılmış gibi hissediyorum karşımda süper bir kadın,yatalım diyorum.Önce banyoya gidiyorsun makyajını siliyorsun,kirpiğini,saçlarını,lenslerini çıkarıyorsun,bir başka kadın oluyorsun.Tüketiciyi Koruma Yasası var, vallahi veririm mahkemeye” diyor .
Peki Birol Güven tüketici olarak sahip olduğu hakları biliyor mu? Satın aldığı ama beğenmediği şeyleri iade ediyor mu?
BG:Evet çok iyi bir tüketiciyim.Çok güçlü bir kalemim var o konuda hatta bir arkadaş benim yazdığım o konudaki mektupları kitap yapalım falan dedi ama kaybetmişim hepsini ,bunaltırım yani, pişman ederim ve sonuç alırım.
MG:Mesela ne yaptınız?Herhangi bir örnek var mı?
BG:yıllar önce Kapital Sigorta bir hasarımızı karşılamamıştı,
6-7 ay geçti hala karşılamadı,ben onlara bir mektup yazmıştım,6 ayda dünyada ve Türkiye’de olanlar diye liste çıkarmıştım 6 ayda dünyada bunlar oldu siz bir ödeme yapmadınız diye tam hatırlamıyorum şimdi ama bir cevap almıştım “gayri ciddi üslubunuz en kısa sürede hukuki yollarla cezalandırılacaktır” falan filan gibi bir şey,sonra galiba iflas ettiler .
MG: “Made in Turkey” ibaresi yurt dışına açılma hedefiniz olduğu anlamına mı geliyor? Yurtdışında yayınlanan ya da uyarlanan projeleriniz oldu mu? Olacak mı?
BG:Şimdi tabi yurtdışına bir şeyler yapma hedefi,amacıyla ve bir de bir zamanlar Türkiye’de sit-com yapılamaz deniyordu ya,öyle duygusal bir tepkidir o.Amacımız tabi yurtdışı.Yurtdışından tabi istiyorlar dizilerimizi,Çocuklar Duymasın’ı falan filan ama bizim şöyle bir sorunumuz var Türkiye’de;süreler. Yani yurtdışında bir format var, bütün diziler 40 dk bütün diziler 60 dk.bizden de öyle istediler İspanyadan mı ne ,kaç dakika dediler,70 var 80 var 90 var her bölümü başka süre ,biz de satamadık.Sadece Kadın İsterse’yi Romanya’da tekrar yaptılar benim senaryomla.Kadın İsterse dizisi Romanya’da Romen sanatçılarla çekildi ama seyretmedim daha, re-make yapıldı,1 -2 sene oldu galiba
MG:Markanız tescilli mi? Hukuken korunuyor mu?
BG:Evet,evet inşallah ,öyle yapmıştık bir zamanlar
MG:Metin Şentürk’ün hakim,Tamer Karadağlı’nın başgardiyan ,Nurgül Yeşilçay’ın savcı rolünde oynayacağı bir dizi için Adalet Bakanlığı’ndan cezaevinde 1 hafta kalma izni aldığınız doğru mu?Kaldınız mı?Kaldıysanız nasıldı şartlar?Bu diziyi ne zaman izleyeceğiz?
BG:Hepsi yanlış.Hiç yatmadım,ama 1.5 yıl senaryo dersi verdim, Bayrampaşa Cezaevi’nde ve onun sonunda da “Bayrampaşa ben fazla kalmayacağım” adlı filmi yaptık.Oradaki senaryo öğrencilerim yazdı ve oynadılar.Ve orda bir sahnemiz vardı,adalet sistemine en iyi eleştiri,Uğur Dündar o sahne üzerine Arena programı yaptı.
MG:Hangi sahne?
BG: oradaki mahkûmlar toplanmışlar, kaç yıl ceza alacağını konuşuyorlardı ilk gece
MG:izledim filmi
BG:Orda diyordu ya “senin dosyan 2 ayda Şişli’den Beşiktaş’a gelmez”,falan gibi bir sahne vardı.”4 yıl yersin,8 yıl yersin” ,o çok iyi çalışılmış bir sahneydi.Uğur Bey de çok etkilendi.Sırf onun üzerine bir Arena programı yapıldı.
Tekrar izlersen onu, orda var o ,kendileri yazdılar onu zaten,en son işte 8 yıl yersin bunun yatarı 4 yıl falan filan bayağı güzel bir muhabbet vardı.
MG:Kocaeli İşkur ile Mint Görsel Sanatlar Akademisi'nin Hazırladığı İşsizlerin sinemacı ve televizyoncu olabilecekleri yeni projenizden biraz bahseder misiniz?
Şimdi tabi herkes oyuncu olmak istiyor yönetmen olmak istiyor ama ara eleman eğitimi hiç yok.Çok iyi eğitimli makyöz yok,kostümcü yok,ışıkçı yok hep çırak olarak başlıyorlar ve öyle öyle yapıyorlar.Biz de o sektöre yönelik ara eleman yetiştirmek üzere böyle bir işbirliği yaptık.Şimdi eğitimler Kocaeli’nde devam ediyor.İşte yakında oradan böyle insanlar çıkacak.