14 Haziran 2010 Pazartesi

VAY HAYVAN VAY



VAY HAYVAN VAY
Kediler, kargalar ne kadar terbiyesiz. Alenen ben çiftleşmek istiyorum diye miyavlıyor ya da gaklıyorlar.
Hayvanlar âleminde insanlarda olduğu gibi bir ayıp kavramı yok. İnsanlar alenen miyavlamak yerine dekolte giymek, makyaj yapmak ya da parfüm sürmek gibi kibar yöntemlerle ya da son model spor arabalarıyla karşı cinsin dikkatini çekmeyi tercih ederler.
Hayvanlar belediyeye gidip nikâh kıymaz ve doğal olarak evlilik sözleşmesi de yapmazlar.
Karganın eşine sunup sunacağı en hafif rüzgârda yerle bir olacak 2 dal parçasından oluşan bir yuvadır. Dişi karga da tek taş yüzük ve şarap eşliğinde romantik bir teklif beklemez.
Ama ağacın tepesinden çevreye bu kadar gaklayıp durduklarına göre demek ki yine de mutlular.
En azından ben boşanma davası için mahkemeye başvuran karga görmedim henüz.
Ya da kocam yuvayı yaparken malzemeden çalmış hâkim bey diyen serçe de yok.

Hayvanlara haksızlık ediyoruz.
Kızdığımız birine “eşşoğlueşek” ya da “ne ayısın sen” diyoruz. Oysa ayı bizim hakaret anlamını yüklediğimiz türde bir hayvan değildir, ince zevkleri vardır. Armudun iyisinden anlar, balla, balıkla beslenir. Üstelik cüssesine rağmen hızlı koşar.
Eşek de dünyadaki en güzel gözlere sahiptir, tek kusuru sesinin bet olması bir de azıcık inatçı olmasıdır ama o kadar kusur bizim popstarlarda da var.
Hayvanlar çocuk yapacakları zaman önce yuvalarını hazırlar, yavrular doğduktan sonra da onlara uçmayı ya da avlanmayı öğretirler, yırtıcı hayvanlara karşı onları korurlar.
Doğurduğu yavrusunu cami avlusuna terk eden inek de onu buna zorlayacak bir öküz de duymadım.

Üstelik bir köpeği evinize alıp hayatınızı onunla paylaşırsanız, siz azıcık şişmanladınız diye kendisine daha genç bir ev arkadaşı bulup üstünüze gül koklamaya da kalkmaz, sadıktır.
Ama insanoğlu kızınca it oğlu it der ötekine. İt kadar olamadın demek istiyordur belki de kim bilir.
Trafikte öfkelenince “vay hayvan vay” deriz. Oysa hayvanlar hız limitlerini de iyi bilirler. Bir ceylan her zaman bir aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir ve yolu tıkamadan sol şeritten hızla gider.
Küçük çocuklar eğlence olsun diye kedilerin bıyıklarını keser kuyruğuna tenekeler bağlarlar sonra da onların babaları vahşi doğa belgeseli diye timsahın antilobu mideye indirmesini gösterir, timsahın gözyaşlarını görmeden. Tamam, o da üzüntüsünden ağlamıyor biliyorum ama en azından nezaket gösteriyor, insan gibi geğirmiyor.

Yazdıklarıma bakıp hayvanları insanlardan çok sevdiğimi ya da vejetaryen olduğumu düşünmeyin, ikisi de doğru değil. Sadece hayvanlardan daha gelişmiş bir beyne sahip olduğumuzu ara sıra da olsa hatırlayalım diyorum.

11 Haziran 2010 Cuma

HAVUZ PROBLEMLERİ


HAVUZ PROBLEMLERİ
Erkekler kadınlar kadar sevmez alışveriş yapmayı, hatta çoğu sizinle çarşı pazar dolaşmak istemez, alışveriş yapmayı küçümser.

Oysa alışveriş yapmak zekâ işidir, üstün matematik bilgisi gerektirir.
Hatta bu nedenle okullarda öğretilen havuz problemleri de revize edilmeli, çağa ayak uydurmalıdır.

Örneğin; İstinye Park’ta alışverişe çıkan 2 kadın saatte 5 giyim mağazasında alışveriş yapabiliyorsa, 3 kadın 8 mağazayı kaç dakikada gezebilir? İndirimi %70 alıyoruz.
Ya da;
Bağdat Caddesi’nde, Göztepe yönünden gelen Pelin ile Suadiye yönünden aynı anda yürüyüşe başlayan Ecesu’nun Şaşkınbakkal’da karşılaşmaları kaç dakika alır? Promosyon yapan palyaço sayısını 8,mevsimi ilkbahar alıyoruz

Veya;
5 saatini kıyafet alışverişinde geçiren bir kadın kaç kalori harcar? Denenecek elbise sayısı 25,kabinlerin boyutu 1metrekare,alışveriş sonrası arkadaşla yenilecek pastanın yanındaki cola diyet alınacaktır. .. gibi

İndirimlerde alışveriş yapmak da hiç kolay değildir.
Bazı mağazaların indirimleri, yüksek matematik bilgisi gerektirir.
Öyle ya %50+%50 indirimin yüzde kaça tekabül ettiğini bir bakışta anlamak mümkün değil. Bize ilkokulda öğretilen basit hesaba göre 50+50= 100 eder ki, indirim dediklerine göre bize hediye etmeye niyetleri yok o elbiseyi.

Her etiketi tek tek hesaplamak için bir de elimizde hesap makinesi ile gezmemiz gerekir.

İndirimlerin çoğu illüzyondur aslında. Örneğin 4 al 3 öde derler de %25 indirim yaptık demezler.
Çünkü bu durumda yapılan toplam indirim hiçbir zaman %25i bulmaz. Nasıl mı?4 ürün aldıysanız size sadece seçtiğiniz en ucuz ürünü hediye ederler.

Bir de 99,9TL şeklindeki fiyatlar vardır illüzyonu tamamlayan, vardır da ben daha, o bir kuruşumu bana iade eden tek bir mağaza görmedim.

Belki de erkeklerin alışverişi sevmemesi bilinçaltlarındaki matematik korkusundan kaynaklanıyordur.
Kız arkadaşlarının yanında bir ayakkabının fiyatını akıldan hesaplayamadıklarını düşünsenize, karizma bir anda sıfırlanacak, iyisi mi hiç bulaşmamak.

9 Haziran 2010 Çarşamba

MUSLUM BABA

MÜSLÜM BABA
Bugün biraz müzikten bahsedelim istiyorum. Öyle ne olacak bu Türk popunun hali? diye ahkam kesecek değilim.
Bir şarkı sözü yazdım diye kendimi müzik otoritesi falan saydığım da yok, merak etmeyin.

Ortaokulda herkes gibi flüt ve org çalmak dışında, herhangi bir enstrüman çalabilirliğim yok.
Sadece iyi bir müzik dinleyicisiyim. Çok iyi radyo ve teyp çalarım.

Hatta o kadar ki hala yeni bir albüm çıktığında bilmem kim KASET çıkarmış diyecek kadar eskisiyim bu işin, eh eskiden CD,mp3 vardı da biz mi dinlemedik!
Radyo çalarım derken radyoda djlik yapmışlığım da var ki, o da ayrı bir yazı konusu olabilir.

Okuduğum lise İngilizce eğitim veren bir kurumdu, biz de Amerikan etkisinde ve epeyce de kibirli büyüdük, öyle her şeyi kolay beğenmezdik. Kalıplarımız hatta tabularımız vardı. Mesela iyiler siyah giyerdi, spor ayakkabılar A marka, kotlar L marka olmalıydı.
Yazılı olmayan ama hepimizin canı gönülden uyduğu bu kurallar müzikte de kendini gösteriyordu.

Ortaokul –lise sıralarında hemen hemen sırasıyla; Modern Talking,New Kids on the Block, Vanilla Ice,Technotronic,Snap,Milli Vanilli,Phill Collins,Guns &Roses,Queen,Metallica,Bon Jovi ve her daim Madonna başta olmak üzere İngilizce şarkılar dinledik.Türkçe müzik dinlemek sözkonusu bile değildi.
Sonra gel zaman git zaman biz büyüdük. Bunu nasıl mı anladım;
Birkaç sene önce liseden arkadaşlarımı bir brunchta topladım; birkaçı nişanlanmış, evlenmiş hatta bir tanesi buluşmaya minik bebeğiyle gelmişti ama büyüdüğümüzü asıl anlamama neden olan yine müzik oldu.
Sohbet sırasında söz döndü dolaştı Müslüm Gürses’in o ara yeni çıkarttığı film müzikleri albümüne geldi. Masadaki 22 kişinin neredeyse tamamı albümü dinlemiş, beğenmiş ve hatta satın almıştı.
Hey durun! Ortaokulda burun kıvırdığımız, dinleyenleri küçük gördüğümüz Müslüm Gürses’ten bahsediyoruz di mi, yanlışlık olmasın?
Tabi ki yanlışlık yoktu. O aynı Müslüm Baba’ydı da bizlerdik değişen.

Müslüm Baba testimizi Hollandalı bir arkadaşımızın üzerinde de uyguladık. Arabada giderken Türkçe bilmeyen ve doğal olarak Müslüm Baba’yı da tanımayan kurbanımıza aynı albümü dinlettik. Bizim Hollandalı bayıldı, caz gibi söylüyor, sesi de harika dedi.
(Hadi ya.) Ehm, şey, tabi evet öyledir,biz de bayılıyoruz kendisine..
Yani müziğin evrensel olduğunu, müziğin bir matematiği olduğunu, ama bu matematiğin belirli kalıpları olmadığını anlamamız biraz uzun sürmüş olabilir ama ne demişler geç olsun güç olmasın.

Asıl önemlisi Müslüm Baba kendisi belki değişmemişti ama söylediği şarkıların tarzını değiştirmişti. Nasılsa beni, kendilerini jiletleyecek kadar çok seven bir sürü hayranım var diye işin tembelliğine kaçmak yerine riske girmiş ve bizi bile dize getirmişti.

Oysa şu an Türkçe pop yayını yapan herhangi bir radyoyu açtığınızda, saatlerce bitmek bilmeyen uzuuun, tek bir şarkı dinlediğiniz hissine rahatlıkla kapılabilirsiniz.
Zaten hangi pop şarkısını 20 kere bir insan evladına dinletseniz, o şarkı kulağına tenya olur yapışır, bütün gün “şarkıyı da hiç sevmedim ama nerden dolandı dilime” diye dolaşır durur zavallı.
Tamam, işiniz zaten popüler müzik yapmak, hepi topu da 8 nota var, Amerika’yı da yeniden keşfetmeyeceksiniz, ama körfez kirlendi, artık balık tutmak için biraz okyanusa açılmanız gerek.

Yoksa yakında teker teker soracağız;
Sahi ne olacak bu Türk popunun hali?