21 Ocak 2011 Cuma

ERKEK ADAM

Çocuk sokakta top oynarken düşer, dizleri parçalanır, ağlayarak eve gider. İlk gördüğü tepki; “erkek adam ağlamaz” olur. Hıçkırıkları düğümlenir boğazında, susar.

Sonra aslında henüz erkek bile olmadığını, bunun için önce sünnet olması gerektiğini söyler biri ona.

E şimdiye kadar niye ağlamadım ki ben diye hayıflanacak olur, ancak padişah ya da prens kostümlerini giydirerek onu çoktan hayaller âlemine sokmuştur birileri, eh koskoca sultanın, “ucundan azıcık” kesildi diye ağlaması da yakışık almayacaktır.

Sünnet düğününde kendisini eğlendirmek için gelen palyaçoya gülmek istediğinde yine biri uyarır; “Karı gibi gülme”
Gülme mi? Ee niye komiklik yapıyor bu palyaço o zaman?

Erkek adam ağlamaz, erkek adam gülmez. Peki, ne yapar bu erkek adam?

Erkek adam askere gider.
Bu sırada işinden, sevgilisinden olur.
Bir sürü erkekle aynı koğuşta yatıp evde burun kıvırdığı yemeklere talim etmek zorunda kalır.

Sevdiceğine ucu hasretle yakılmış mektuplar yazarken, “Gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş, ben evleniyorum” diyen cevabı okur.

Vatanı için bol bol patates soyup geri döndüğünde gururla gösterebilmek için havan topuyla fotoğraflar çektirir.

Sonra eski hayatına geri döner.
Bir kadından hoşlandığında ilk olarak erkeğin harekete geçmesi gerekir; reddedilme, rezil olma riski erkektedir. Çiçekler, böcükler almak zorunda olan gene erkektir.


Birlikte bir yere gidilecekse kızın hesabını da erkek öder.
Ayaz olduğunda çıkarır ceketini verip gömlekle kalır, ne de olsa erkek adam üşümez.

Erkek fiziksel olarak kadından üstün yaratılmıştır ve her zaman için çeşitli yöntemlerle bu üstünlüğün “tadını çıkartması” kadınlarca sağlanır.

Evdeki bütün yük taşıma, tamirat işlerini erkek yapar. Boyu uzun olduğu için tabi ki üst raflardan eşya alma ve ampul takma gibi işleri de o yapmalıdır.

Güçlü, kuvvetli adaleleri ile alışveriş torbalarını eve taşımalıdır. Kavanozun açılmayan kapağını açmak da erkeğin asli görevlerindendir.


Erkek her zaman centilmendir. Kapıları tutar, asansörün düğmesine basar, garsonla kadını muhatap etmez, bu zorlu görevi de kendisi üstlenir.
Kızı evinden alır, evine bırakır.

Bir erkek içinden geldiği gibi dans bile edemez, ağır abi olması gerekir.

Erkekler makyaj yapamaz, saç boyayamaz, takı takamaz. Kusurlarını gizleyemez. Göğüslerini olduğundan büyük göstermek için takviyeli sutyen takamaz, bunun için spor salonunda saatler harcamak zorundadır. Her sabah traş olması gerekir.

Bir erkek her zaman güçlü olmalıdır. Kendinden uzun ya da daha yaşlı veya daha zengin bir kadınla birlikte olamaz.

Avustralya’dan gelen bir erkek arkadaşımız erkekleri yanağından öpmezdi yanlış anlaşılma korkusuyla, oysaki kızlar elele bile dolaşabilir, kimse de farklı düşünmez. (Benzer bir olasılık kızlar için de söz konusu olmasına rağmen)
Çünkü kızlar duygusallık zırhını giyinmişlerdir. Toplum da bunu kabullenmiştir.

Erkek sünnet ile çocukluktan sultanlığa terfi etmiştir. Ne de olsa bekârlık sultanlıktır. Ancak bir gün beyaz atlı prens gönlünü bir prensese kaptırarak tahtını geride kalan bekârlara bırakır. O artık başka bir yönetim rejimine geçmiştir ve yeni unvanı da evin reisidir.

Evin reisi olmak da öyle kolay iş değildir. Önce bir ev edinmek gerekir. İçine mobilya ve beyaz eşya almak, dayayıp döşemek erkeğin işidir.

Sonra kız isteme merasiminde kayınpederin karşısında, hain gelin adayının yaptığı acı ve bol tuzlu kahveyi içerken renk vermemek de erkekliğin şanındandır.

Düğünü de atlattıktan sonra artık pijamanızı büyümekte olan göbeğinizin üzerine çekip kumandayı elinize alabilir ve futbol maçını izlemeye başlayabilirsiniz. Arada eşinizin futbol düşmanlığına katlanmanız gerekse de idare ediverin artık.

Erkek baba olduğunda da evin öcüsü haline gelme riskiyle karşı karşıyadır.
Gündüz evde yaramazlık yapan çocuğa annesi; “akşam baban gelince görürsün sen” diyerek çocuğun babasına olan saygısını arttırmayı hedeflemektedir.

Evin reisi elinde kumandasıyla “oturan boğa” unvanını almayı hak etmiştir.
Artık kız istemede içilen bol baharatlı kahvenin intikamı “Bu yemeğin niye tuzu yok?” denilerek her gece yeniden alınabilir.

Ateşi ilk defa keşfetmiş insan edasıyla yakılan mangal ile hava atılabilir.

Ancak dikkatli olmak gerekir her an eşten dosttan kılıbık damgası yenebilir. Erkek adam maço olur ama fazla maçoluk edilirse de boğalıktan öküzlüğe kolayca transfer olunabilir.

Erkek dediğin mangalda aşçı, evde kılıbık, sokakta maço olmalıdır.

20 Ocak 2011 Perşembe

FEMİNİST

“FEMİNİST”

Ayrım doğduğunuz gün pembe tulumunuzu giydiğiniz anda başlar. Mavi giyme hakkınız yeterince büyüyene kadar elinizden alınmıştır.

Erkek iseniz de pembe giymeniz yakışık almaz, elalem ne der sonra? Renklere anlam veren bizler değil miyiz? Hani insanlar eşitti? Daha renkleri bile istediğimiz gibi seçemiyoruz.

Oyun çağında bir kız çocuğu iseniz size asla bir oyuncak araba hediye edilmez, kızlar bebekleriyle evcilik oynar çünkü.

Sonra ergenlik döneminden itibaren hayatınızın üçte birini kaplayacak kızsal bir mazeretiniz olduğunu fark edersiniz. Buna kısaca regli denir. Yanlış telaffuzla buna renkli diyenler de mevcuttur. Eh, haksız da sayılmazlar zira bu gerçekten de her yönüyle “renkli” bir hadisedir.

Bu renkli dönem başlamadan önce Türk filmi seyrederken bile kendini tutamayan, ağlak bir insana dönüşürsünüz, çikolata ve tatlı yeme isteğiniz tavan yapar, yüzünüzde 30 yaşına da gelseniz durumunuzu ele veren bir sivilce mutlaka baş gösterir.

Kokuları her zaman olduğundan daha yoğun hissettiğiniz gibi, zekânız ve önsezileriniz de açıldığından bu dönemde örneğin eşinizin sizi aldattığını gözlerinden anlayabilirsiniz. Leb demeden leblebiyi anlayan bu haliniz nedeniyle oldukça da asabi davranışlar sergileyebilirsiniz.

Velhasılı bu durum suç işlemeniz halinde kesinlikle hafifletici neden olarak kullanılması gereken fiziksel bir olaydır.

Kadınlarla erkekler arasındaki en önemli farklardan biri de dış görünüşle ilgilidir. Kadınsanız şık olmak adına kış günü eteğinizin altına ince çorap giyerek uzun ve yorucu bir günde dahi çivi gibi topuklu ayakkabılarla arz-ı endam etmek zorunda kalabilirsiniz. Henüz hiçbir yerde elektrikli battaniye tipi bir eteğe rastlamış olmadığımdan, yurdum mucitlerini bu konuya el atmaları için uyarmayı da vazife bilirim.

Üstelik o eteği giymek de sanıldığı kadar kolay değildir, zira önce ağda, jilet veya benzeri bir yöntemle “çim biçme” operasyonu yapmanız gerekir.

Aynı tüyler, hatta daha sık ve kalın halleriyle, adeta bir orman şeklinde erkeklerde de mevcut olmalarına karşın örneğin bir kızın bıyıklı olması asla kabul edilemez.

“Bir elinde cımbız bir elinde ayna, umurunda mı dünya?” diyen şaire cevabımız; “Umurumuzda olmasaydı sizin gibi dolaşırdık” olurdu herhalde.

Erkekler bizim alışverişe olan düşkünlüğümüze de anlam veremezler. Çünkü eşiniz ya da babanız her düğüne aynı takım elbiseyle gidebilir ama siz 2 kere aynı abiyeyi giyseniz, burun kıvrılır. Dedikodular başlar.

Eşiniz evden sadece cüzdanını ve telefonunu alıp çıkabilir ama kadınlar çanta taşımak zorundadır.

Ah o çantada neler yoktur ki!
Bir kere kadın dediğin makyaj yapar. Çantasında mutlaka, ayna, fırça, toka, ruj, göz kalemi, allık, bunları gerektiğinde temizlemek için pamuk, selpak, ped, parfüm, törpü, su, kalem, not defteri vs pek çok şey bulunur.

Hatta genel olarak yanınızdaki erkek; “Şu cüzdanımı çantana koyar mısın, anahtarımı da al” şeklinde kendi üzerindeki ağırlıkları da size taşıtır. Lazım olduğunda “Bir selpak versene” der. Sonra bir de üstüne “Ya siz bu çantaları niye taşıyorsunuz, bak biz elimizi kolumuzu sallayarak dolaşıyoruz” diye söylenir.


Kadınsanız bazı yörelerde kiminle evleneceğinize ya da ne zaman evleneceğinize dahi karar veremezsiniz. Erkekler böyle basit konularla kendinizi yormanıza müsaade etmezler, centilmendirler.

Erkek yaparsa elinin, kadın yaparsa alnının kiridir zaten bazı şeyler.

Çocuk sahibi olmaya karar verdiyseniz 9 ay boyunca kusma, şişmanlama gibi çeşitli işkencelere katlanmak zorundasınızdır. Eşiniz ise büyük özveri ile belki bir gece aşerdiğiniz için çıkıp size yarım kilo erik almak zorunda kalıp yıllarca anlatır durur.

Eh çocuğun içerde temelli kalması da mümkün olmadığından bir şekilde sancı çekip doğurmak da gerekir.

Siz gece tatlı uykunuzdan uyanıp, ağlayan bebeğinizi emzirirken eşiniz; “Kalk çocuk ağlıyor” diyerek görevini tamamladıktan sonra rüyasına kaldığı yerden devam etmeye başlamıştır çoktan.


Sabah yarı uykulu işinize gitseniz bile eve döndüğünüzde yemek yapmalısınız çünkü bu da kadın işidir. Erkekler genellikle bu konuda iyi niyetli olsalar dahi yemek yapmayı “bilmedikleri” için size yardımcı olamazlar.

Bir kısmının da 2 yumurta kırdığı halde mutfağı savaş alanına çevirebilme yetenekleri olduğundan zaten siz yardım etmemelerini tercih edersiniz.

Erkek dilindeki en ağır küfürlerden biri ise tahminlerin aksine “feminist”tir. Yukarıdaki gibi cümleler kurmaya başladığınızda cevap yerine şu soru gelir hemen; “Sen başımıza feminist mi olacaksın?”

18 Ocak 2011 Salı

LAHANA TURŞUSU

LAHANA TURŞUSU

Eski Türk filmlerinde bazı klişeler vardır. Sevgililer ufak bir tartışma yaşar, gurur meselesi yapar, bakarsınız ertesi gün yıldırım nikâhıyla başkasıyla evlenivermiş.

Hangi arada buldun yeni kocayı (ya da karıyı) da evlendin bir günde? O nasıl bir aşktır ki delice sevdiğini söylerken başkasının kollarına atlatır seni birkaç saat içinde?

Tezatlıklar sadece eski filmlerde yok tabi, yeni dizilerden birinde ilk sahnede aşiret reisinin annesi, namazında niyazında yaşlı kadın portresi çizerken, ikinci sahnede uyuşturucu kaçakçılığı yapmayı reddeden oğluna hayat dersi verip azarlamakta. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu be teyzem?

Eh bu dizileri izleyen insanların da tutarsız olması gayet normal. Örneğin evlilik programında bir kıza talip olarak gelen erkek, neden onu seçtiği konusuna “başı örtülü, mutaassıp olduğu için seçtim” demekte. Ancak daha sonra bu mutaassıp kızın imam nikâhı adı altında nikâhsız bir birlikteliği 3 gün önce sona erdiğinden koca aramaya televizyona geldiği ortaya çıkmakta ve bu son derece normal karşılanmaktadır.

Türkiye’de televizyon ciddiye alınır. Dizide ölen kahramanın arkasından gazeteye ölüm ilanı verilir, cenaze namazı kılınır. Belki tüm bunları espri olarak kabul edebilirdim ta ki izlediğim dizideki bir bölüm, birkaç hafta sonra aynen başıma gelinceye kadar.

Dizide bir kumarhaneler kralının oğlu, evlerinden kargo şirketi elemanı gibi giyinen kişilerce çanta içinde kaçırılmakta ve fidye istenmekteydi.

Gerçekte ise müvekkilimin fabrikasında çalışan elemanlardan biri bir arkadaşıyla birlikte eski patronunun bebeğini aynı çanta yöntemiyle kaçırıp, hafta sonu müvekkilimin fabrikasında saklamıştı.

Sözkonusu elemanın çeşitli kereler arabayla beni evime kadar bıraktığını düşündükçe insanın tüyleri haliyle kirpileşiveriyor. Elemanın polisteki ifadesinde diziyi izledikten sonra bu yöntemle eve girmeye karar verdiklerini itiraf ettiğini de söylemek gerek.


Peki, aynı diziyi ben de seyretmiş olmama rağmen benim aklıma neden gördüklerimi tekrarlamak gelmemekte de yukarıdaki örneklerdeki insanların aklına gelmektedir?

Haberlerde kendini köprüden atmak isteyenlerin görüntülerinin gösterilmemesine karar verildikten sonra intiharların azalması; “15 dakikalığına da olsa ünlü olamayacaksam neden öleyim ki?” düşüncesinden mi kaynaklanmaktadır?

Ekranda izlediğimiz görüntüler o kadar etkileyicidir ki, filmin karakteri dolaptan bir kutu cola alınca, bizde de içme isteği uyanır ve bu yüzden bu tip gizli reklamlar yasaklanmaktadır.

Peki, ekranlardaki sigara ve alkolün üzeri özendirici olmasın diye sansürlenirken, hemen her dizide mevcut olan silahlar yavaş yavaş değil de bir anda öldürebildikleri için mi buzlanmaktan kurtulmaktadırlar?

Bence yasaklanacaksa gezelim görelim, yiyelim içelim konulu belgeseller acilen yasaklanmalıdır. Zira ekranlarda beni en çok etkileyen görüntüler bu programlarda yer almaktadır.

Allah’ın bazı şanslı kullarının tropik bir adada, deniz kıyısında, karides yerken üstüne bir de para kazanıyor olmaları hiç adil değil. Beni mesleğimden soğutan, gezmeye özendiren bu görüntüler acilen yasaklanmalıdır!

9 Ocak 2011 Pazar

YA ÇIKARSA?

YA ÇIKARSA?

Bugün Bağdat Caddesi’nde yürürken üzerimizden geçen bir kuş büyük abdestini önümüze yapıverdi.

Belli ki zavallının yediği bir şey midesine dokunmuş, motoru bozmuştu.

Bunun üzerine karşımıza çıkan piyangocudan bilet almaya karar veren arkadaşım, bana da bir bilet hediye etti.

İkimiz de her işte bir hayır olduğuna inanan tipler olduğumuzdan bugünkü buluşmamızda da bir hayır bulunduğuna, kuşun hacet gidermek için özellikle bizi seçtiğine ve piyangonun bana hediye ettiği bilete çıkacağına inanıverdik bir anda.

Ne de olsa aslında biz sadece bir bilet değil, umut ve hayaller satın almıştık az önce. Hayallerin de sınırı, duru durağı olmaz malum.

Para çıkarsa önce birer ev, otomobil, tekne ve ofis almaya karar verdik.

Evleri Boğaz manzaralı mı alalım Cadde’de mi alalım tartışmasından sonra 2’şer tane almaya karar verdik. Sonra tekneleri adalara bağlamaya karar verince, birer tane de adalardan almak zorunda kaldık.


Gerçi sonradan düşününce o kadar parayla çalışmamıza gerek olmadığı için, ofis almaktan önce vazgeçtik. Sonra adresimiz belli olsun, canımız isteyince çalışırız diye, almışken ofisleri de alalım dedik. Nasılsa para çok!

Caddede önünden geçtiğimiz galeriden otomobillerimizi de seçiverdik.

“Gerçi ben önce bir süreliğine dünyayı dolaşmaya çıkarım, benden haber alamazsan üzülmeyesin, gittiğim yerlerden birer e-kart atarım sana” dedim, bana az önce bileti hediye eden arkadaşıma.

Tabi söz konusu para çok olunca, aldı mı arkadaşımı bir telaş.
“Gitmeden bir protokol yapar, paraları nasıl harcayacağımızı kararlaştırırız tabi di mi?” dedi.

“Tabi” dedim, “istersen ben şimdi sana bilete verdiğin 3lirayı peşinen vereyim sonradan aramızda sorun olmasın!”

Ya işte böyle, para insanları bozuyor derlerdi de inanmazdım. Bu devirde arkadaşına bile güvenemiyor insan.

Neyse ben şimdilik yazıma son vermek zorundayım, internette tekne modellerine bakacağım.

Ne de olsa hayal kurmak için yalnızca 1 haftam kaldı.

Çıkmazsa da gider o kuşu bulur, tüylerini tek tek yolar, katrana bularım artık.

Ama ya çıkarsa?