12 Ağustos 2011 Cuma

SAVAŞ BOYALARI



Kleopatra güzelliğine pek düşkünmüş, keçi sütüyle yıkanırmış. Hatta rivayet odur ki yıkanmak için Türkiye’ye gelmiş de gemilerle Mısır’dan kum getirtmiş denize gireceği yere.

Güzelleşmek için kadınların birer kimyager edasıyla yaptıkları soğan kabuğundan saç boyası, isten sürme, kına derken gelişen kimya endüstrisi ile artık her şey bir parfümeri kadar yakın, elimizin altında.

Rujlar, allıklar, rimeller, fondötenler, bin bir çeşit de krem var.

Karınca yumurtası yağı, salyangoz bilmem nesi, inci tozu, minare gölgesi, davul tozu her gün yeni bir ürün çıkıyor.

Kimi gözaltı morlukları ve torbaları için, kimi peeling, kimisi temizlemek, kimisi ışıldatmak, kimisi yumuşatmak, kırışıklıkları önlemek, selülitleri yok etmek, bronzlaştırmak için çeşit çeşit krem. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı sürülen kremler.

Tüm bunları temizleyici sütler, tonikler, peeling jelleri, sonra maskeler, çamurdu, kildi derken suratımıza her gün bir inşaat çıkıyoruz kat kat.

Hepsini sürmeye 24 saat yetmez.

Sürüp sürüştürmeler de yetmiyor; gözlere Eros’un oklarını aratmayan takma kirpikler, başlara peruklar, postişler takıyoruz.

Kaşları önce alıyoruz, sonra kalıcı makyajla, dövmeyle yeniden kaş yaptırıyoruz.

Yetmiyor gariban bir boa yılanını yakalayıp zehrini alıyoruz, neymiş dudaklarımız dolgun görünmeliymiş. Maymunlarınki de dolgun ya neyse…

Kimileri güzelleşmek uğruna bıçak altına yatmaktan da çekinmiyor.

Kimsede olmasın diye haute couture kıyafetlere binlerce lira saçan kadınlar, neden birbirlerine benzemek için estetik yaptırır, bunu da anlamakta güçlük çekiyorum.

Ağdaydı, epilasyondu bilumum yöntemle fazla tüylerden de kurtuluyoruz.

Eh tırnaklara da ilgi göstermezsek olmaz; manikür pedikür yapılıyor, ojeler sürülüyor.

Bunların da modası var; bir sene bakıyorsunuz alev kırmızısı eller modayken, ertesi seneye birden masumiyet moda oluyor herkes kum beji sürünüyor.

Tırnak şekilleri de bir yuvarlak oluyor, bir küt, bir uzun, bir kısa.

Sıra geliyor makyaja; allıklar, rimeller, farlar, kalemler rujlar sürülüyor. Ama dikkat etmek gerekiyor; öyle savaş boyası gibi sürmek marifet sayılmıyor.

Birisi size; “Makyajın çok güzel olmuş” diyorsa, acilen aynada kontrol etmenizde yarar var. Zira iyi makyaj; yokmuş gibi duran, doğal görünen makyajdır.

Kusurları gizlemek, güzel olan yerleri belirginleştirerek ön plana çıkartmak amacını taşır. Güzelleşeceğim zannederken otomobilin uzak farları gibi ya da sis lambası gibi görünmek istemeyiz herhalde.

Makyaj da yetmiyor kolyeler, incik boncuklar takıp takıştırıyoruz.
İncecik topuklu ayakkabılar giyip boyumuzu da uzattık mı tamamdır.

Öyle ki ıssız adaya düşsek, birkaç ay sonra tanınmaz hale gelecek çoğumuz. Hatta tüketici kanunu gereği gündüz alan gece bırakacak; “Bu benim evlendiğim kadın değil” diye.
Velhasıl kadın olmak zor iş azizim.

Neyse ben çok konuştum, gidip bir rujumu tazeleyeyim.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

İskonto Mahmut




İSKONTO MAHMUT

Bir insan hiç pazarlık yapmadan büyük bir sözleşmeye imza atıyorsa şartlarına büyük olasılıkla uymayacaktır, tecrübeyle sabit.

Çünkü söz konusu olan paraysa, ortalama bir insan cebinden çıkacak olan parayı azaltmak için çabalar. Ama hiç ödememeye baştan niyetli ise bu umurunda olmaz.

Sadece sizden ödemek için süre isteyebilir. Ancak istediği süreye göre dikkatli olmanız gerekir, çünkü genellikle iş bittikten veya mal teslim edildikten sonraki bir tarihte ödeyeceğini söyler.

Siz kendinize düşeni yapar, teslim edersiniz; sonra arayın ki bulasınız. Bulursanız da para yerine bol bol nasihat alırsınız.

Hatta size öyle bahaneler sunar ki onunla ağlamamak ve hatta üzerine 3-5 de cebine koymamak için zor tutarsınız kendinizi. Sözkonusu bahaneleri senaryo haline getirebilirseniz Oscar bile alabilirsiniz.

Sürekli olarak ne kadar “dürüst” olduğunu anlatan kişinin dürüstlüğünden de şüphe ederim.

Genellikle sözleşme öncesi; “Benim sözüm senettir, yazmaya gerek yok” diyerek başladıkları nutukları birbirine benzer.

“Sözüm Senet Mahmut” ile sözleşmesiz, senetsiz iş yaparsanız bir bardak soğuk suyunuz benden.

Sattığınız malı, başınızın gözünüzün sadakası olsun diye bağışlayacaksanız da bunun için hayır kurumları var, en azından kendi rızanızla vermiş olursunuz, içiniz yanmaz.

İnsan kendinde ne eksikse onu gizlemeye çalışır. Gizlemek için de çaba gösterir, “en iyi savunma saldırıdır” diyerek.

Bir erkek sürekli evlilikten bahsediyor, “Genç kızların rüyasındaki erkek benim” diyorsa müzmin bekârdır, evlenmeye de hiç mi hiç niyeti yoktur.

Havlayan köpek ısırmaz misali, evlenecek adam da zaten evlenir.

Örneğin bekârlık başına vurmuş sözü de buradan gelir.

Sürekli çapkınlık hikâyesi anlatan ihtiyar delikanlılar gibi, bir atışla tam 10 tane çulluğu aynı anda vurduğunu iddia eden beceriksiz avcıların da diline vurur hayallerindekiler.

Avcılar kulübünde av hatıralarını anlattığı sırada bir flashback yapılabilse, tam atış yapacağı sırada ayağı taşa takılıp tökezlediği için tüm çullukların havalanıp kaçtıkları görülebilirdi.

Böyle insanlara “İskonto Mahmut derim; söylediklerinin en az %50’sine iskonto uygulayıp geri kalanına itibar etmek gerekir zira.

İnsanların sözlerinden çok davranışlarına değer vermem bundandır. “Seni seviyorum” diyip 2 gün telefon bile etmeyen adama değil ama süslü sözler söylemese de sizin için erken kalkıp kahvaltıyı hazırlayan insanın sevgisine güvenebilirsiniz.

Başkalarında çok kusur arayanın kendinde kusur çoktur, kompleksi de boldur.

Kendisiyle barışık olmadığı, kendisini yetersiz hissettiği için diğer insanların iyi yönlerini değil, kötü yönlerini cımbızlayıp dillerine dolamayı severler. Böylece kimsenin mükemmel olmadığını dünyaya yayıp kendilerini iyi hissetmek isterler.

Kötülükle beslenir, aslında bu yüzden de hiç mutlu olamazlar.

Başkalarının derdine ağlamak kolaydır, zor olan başkasının sevincine ortak olabilmektir.

Yeterince özgüveni olmayan bir insan kimseye iltifat edemez. Siz yarım saatte 3 kap yemek yapıp önüne çıkartsanız, “Neden 4 kap yapmadın?” diyebilecek ama sahanda 2 yumurta bile kıramayacak tipte insanlardır bunlar.


Sürekli ne kadar zengin olduğundan bahseden biri ya sonradan görmedir ya da gerçekte olmadığı kadar zengin görünmeye çalışıyordur.

Evine misafirlerini bile ayakkabıyla sokmayan, koltukları kirlenmesin diye üzerlerini örten, salonun kapısını kilitleyen her fırsatta ne kadar temiz, titiz olduğunu anlatan hanımların parktaki bankta otururken çitledikleri çekirdekleri yere attıklarını görebilirsiniz.

Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı; kimi insan başkalarını kınamaya öyle dalar ki kendi problemlerini unutur ya da belki de zaten unutmak için her şeyi kınamaktadır.

İnsan birinin yaptığı bir şeyi kınamadan önce aynayı kendine doğrultmalı ve eğer hiç günahı yoksa ya da kınayacağı kişiden daha azsa günahları, ondan sonra atmalı ilk taşı, hala atabiliyorsa tabi.



Birileri sizin arkanızdan dedikodunuzu yapıyorsa, eksiklerinizi, hatalarınızı herkese duyurmaya çalışıyorsa, bilin ki sizi kıskanıyordur. Sizi kendinden üstün gördüğü için kendi seviyesine indirmektir tüm çabası.

Kıskançlık sadece kıskananı yakan kor bir ateştir. Siz belki dedikodulara birkaç gün üzülürsünüz ancak rüzgârın kayadan alabileceği ancak tozdur. Oysa onun içindeki kıskançlık ateşi onu yakmaya devam edecektir.

Mahallenin delisi kuyumcudaki altınlara bakıp; “Sen tenekesin” diyormuş; ne altınların değeri düşmüş ne de onun deliliği geçmiş.

Siz de kıskanç birini görürseniz deli diyin, gülün geçin. İskonto Mahmut’u görürseniz de %50 iskontonuzu unutmayın.