30 Ekim 2011 Pazar

HAMAM

Tosun Paşa filmindeki unutulmaz hamam sahnesini bilirsiniz; Adile Naşit ile düşman ailenin üyeleri şarkılı bir atışma içine girerler. Türkünün sözlerini kendilerine uyarlayarak söyledikleri; “45 yaşında Adile de Hanım pek de kartlaşmış” sözleri hafızalara kazınır.

Artık duşlar, küvetler, vanayı çevirir çevirmez her daim akan sıcak sular evlerde olduğu için hamamlar unutuldu. Sefasını birkaç turist sürer oldu.

Hatta Türkiye’de yaşayan yabancı kadınları anlatan “Expat’s Harem” adlı bir kitapta hemen hepsinin en az bir kez hamama gidip muhteşem izlenimlerini aktardıklarını da üzülerek okudum.
Çünkü ben hamam zengini bir kültürün evladı olarak hiç hamama gitmemiştim. Onlarsa kendilerini hamamda yapılan kese ve masajlarla prensesler gibi hissettiklerinden bahsediyorlardı.

Ben de denemeye karar verdim bu lüksü. Tabi her hamama da gidilmez, malum masaj salonu diye “başka hizmetler” veren yerleri de duyuyoruz, sakata gelmeyelim. Arkadaşımın daha önce gittiği bir hamamda karar kılıyoruz.

Allah akıl fikir dağıtırken biz ne yapıyorduk bilmiyorum ama ortalarda olmadığımız kesin olduğu için karşı yakada olan bir hamamı seçmiş olduk. Hava bulutlu, her an su koyuverebilir, rüzgâr da esiyor bir yandan ama azimliyiz, yola çıkıyoruz.

Gittiğimiz yer özel bir kolejin içerisinde yer alan çok amaçlı bir tesis. Hamamın yanı sıra havuzu, jakuzisi, buhar odası, saunası ve spor salonu var.

Biz jakuzi ile başlıyoruz şımarmaya. Sıcak suyun içinde birer köşeye oturuyoruz, su sürekli alttan kabarıyor, bizse adeta pelteye dönüyoruz. Çıkmak istemiyoruz ama içimizden bir ses de “bu daha başlangıç, daha sırada hamam var” diyor, o sesi dinliyoruz.

İstemeye istemeye çıkıyor ve birer şezlonga yığılıveriyoruz adeta. Sanırım jakuzinin sıcak suyu benim kemiklerimi eritti, kemiksizim şu an, yürümek istemiyorum.
Biraz su içip dinlenince aşağıya hamama inmeye hazırız.

Hamam görevlisi geliyor, peştamallarımızı ve sabunlarımızı getiriyor, kese ve masaj isteyip istemediğimizi soruyor.

Ben keseyi tercih ediyorum. “Siz biraz su dökünün, hazırlanın, sakın sabun ya da şampuan kullanmayın” diyor, ben “Peki zeytinyağlı yaprak sarması servisiniz falan yok mu?” diye soramadan gidiyor. İçeride darbuka, ud falan da yok, sessizliği suyun sesi kırıyor sadece.

Kurnalara akan sıcak suları dökünüyoruz üzerimize. Her yer bembeyaz mermerlerle kaplı.
Üzerimizde bikinilerimiz var; peştamalları ise mermerlerin üzerine sermek için kullandık. Ahşap takunyaların yerine plastik terliklerimiz var.

Biraz sonra natır geliyor. Alttan ısıtmalı göbek taşına uzanıyorum.
Natır hiç sormadan bikininin üstünü çözüveriyor, hamamda utangaçlık yok. Neyse ki bizden başka kimse de yok.

Elinde kese ile büyük bir ciddiyetle başlıyor işine. Çok zayıf ama atom karınca gibi bir kadın. Tokatlıymış, 11 yıldır bu işi yapıyormuş. Sonradan öğrendiğime göre en iyi natırlar hep Tokatlı olurmuş zaten.

Onu bir marangoza benzetiyorum. Marangoz nasıl ağacı zımparalayıp üzerindeki fazlalıkları alırsa bu kadın da bizi keseleyip üzerimizdeki ölü deriyi alıyor.

Her gün en az bir kez, hatta bu ara spor salonuna gittiğim için sauna ve havuz öncesi ve sonrası en az 2 kez duş aldığım için üzerimden çıkan şeylere inanamıyorum. Yılanların deri değiştirmesi gibi ben de eskimiş derimi orada akan suya bırakıverdim.

Eskiden kaynanalar gelinlerini hamamda beğenirmiş. Valla ne yalan söyleyeyim, o dönemde yaşıyor olsaydık, kesin kaynanamla gitmeden bir gün önce tek başıma gidip kese yaptırırdım hazırlık için, neme lazım.

Arkadaşım köpük masajını tercih etti, ben kese ile rendelenirken o yastık kılıfı gibi bir bezin içinden çıkan sabun köpükleri arasında kaybolmuş durumda. Arada köpüklerin arasından başını kaldırıp, ağzından baloncuk çıkartıyor, bir şeyler söylüyor galiba ama ben hayal âleminde olduğum için duymuyorum.

Çıkışta kendimi hafiflemiş hissediyorum. Öyle ki en az birkaç kilo verdiğime yemin edebilirim.
Makyaj yapsam mı diye aynaya bakarken allık sürmeme hiç gerek olmadığını fark ediyorum. Yüzüm de pembeleşmiş, canlanmış ve bebek teni gibi yumuşacık oluvermiş.

Artık kendimi Hürrem Sultan gibi hissediyorum, orta şekerli kahvem de nerede kaldı, cariyeler size söylüyorum, duymuyor musunuz?

16 Ekim 2011 Pazar

YOLLAR YÜRÜMEKLE AŞINMAZ

Stresten tansiyonumun düşmesi, dizimdeki ağrı ve zaten gereğinden fazla esnek olan liflerim derken mecburen spora başlamaya karar verdim.
Her sağlık sorunumda her soruya verilecek birkaç bin cevabı olan çokbilmiş google’un da ısrarla söylediği gibi “spor yapmayan genç hanımlarda bu tip problemler sıklıkla görülürmüş”
Madem her şeyi biliyorsun google efendi de neden her soruma “spor yapmalısın” diye cevap veriyorsun ki sen?

Hem ben gayet sportif bir insanım; adliyede mahkeme kaleminden, vezneye, vezneden tekrar kaleme koşturup duruyorum, sonra ofiste masamdan kalkıp kahve alıp geri dönüyorum ki günde ortalama 3 kahve içsem, ohoo…

Neyse gene vardır bir bildiği dedim, uydum google efendinin aklına, bir spor salonuna yazılmaya karar verdim.
Hatta gaza getirecek bir arkadaş da buldum, beraber yazıldık.

Bu spor cidden inceltiyor kardeşim. Spora başlamadan spor ayakkabısı, eşofman takımı, çantası derken bedenimizden önce cüzdanımız zayıfladı.
“Neyse artık spora hazırız” derken o da ne; “hepatit b ve c testleri yaptırmadan başlayamazsınız” dediler.
“Tamam” dedik.

Ama yüz verince astarını istiyor bunlar da canım. Bir de utanmadan; “kaç yaşındasınız, boyunuz kaç cm, kilonuz ne?” ve sair sevimsiz sorular soruyorlar.
Tabi sözkonusu sağlık olunca “ben yaşımı bir ara 30’a sabitlediydim” de denmiyor, doğruyu söylüyoruz alçak sesle. Hoca gıcık galiba, yıl olarak söylediğim tarihi anlamazlıktan gelip yaş olarak soruyor kaç olduğumu.

Neyse bunu da atlattıktan sonra saat, metal takılar, çoraplara kadar çıkarttırıp tartıya alıyor bu sefer. Ama vücut kitle endeksimi ölçmesi gereken alet sıfır gösteriyor.
Hoca şaşkın.
Benim jeton düşüyor tabi; “Şey, ayağımda 4 tane vida var benim, ondan ölçemiyor olabilir mi?”
Bingo.
Vidalar vücudumun kaç kilosunun yağdan oluştuğunu öğrenmemize izin vermedi. Ağırlığı olmayan, bir nevi hayaletim ben şu an.

“İlk gün sizi yormayalım” diyen hocalar 20 dakika yürüttü, 25 dakika bisiklette pedal çevirtti. “Neyse yollar yürümekle aşınmaz” dedik, devam ettik. İnsan 20 dakika yürüyüp de bir arpa boyu yol almaz mı be kardeşim?

Ama daha da acısı evdeki viledanın sapına benzeyen bir sopa ile bir sağa bir sola dönüp durmamdı.
Annem görmedi Allah’tan. Görse dilinden kurtulamazdım; “kızım boş boş yapacağına, yerleri silseydin paran da cebinde kalırdı.”

E biz bunun için mi para ödedik yani?
Neyse en azından yüzmemize izin var, serbestiz. Havuz sıcak ancak yağmur damlaları damlıyor yukarıdan.
Organik havuz galiba bu, el değmemiş.

Soyunma odasına anneleriyle gelen 2 ufaklık var, “babalarını da getirseydin bari” demedim tabi, çıkmalarını bekledim.

İlk günü atlatıp dışarı çıkınca kahve içmeye karar veriyoruz. Ancak menü gelince ani fikir değişikliği ile yemek ısmarlıyoruz.

Gerçi önceki spor salonu deneyimimden biliyorum, normalde 1 tabak yiyip kalktığım masadan 3 tabaktan önce kalkamam, sağlıklı olalım derken kilo almak da var işin ucunda, dikkatli olmak gerek.

Tabi hemen kendimizi avutmaktan da geri kalmıyoruz; “3 saat efor sarf ettik, tabi ki enerji almamız lazım, di mi?” Enerji dedim de ben gene acıktım galiba.