6 Mart 2020 Cuma

Av.Merve Gürcan, LLM


Av. Merve Gürcan, LLM
28.09.1978 Ankara doğumludur. Halen İstanbul’da kendi ofisinde avukatlık faaliyetlerini sürdürmekte, çeşitli eğitim ve seminerler vermektedir. Tıp Hukukunda Eser Sözleşmesi isimli kitabı Ocak 2020'de yayınlanmıştır.
Eğitimi:
Yüksek Lisans: Medeniyet Üniversitesi Tıp Hukuku Yüksek Lisans Programı 2019 yılı mezunu
Önlisans: Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım 2010 yılı mezunu
LİSANS: Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2000 yılı mezunu
Ortaöğretim ve Lise: İzmir 60. Yıl Anadolu Lisesi 1996 yılı mezunu
İlkokul: İzmir, Mustafa Reşitpaşa İlkokulu 1989 yılı mezunu
Bildiği Yabancı Diller: İngilizce, Almanca 
Aldığı Sertifika ve katılım belgeleri:
1)Uluslararası Koruma ve Mültecilere Yaklaşım Eğitimi -2018
2)Sağlık Hukuku’nda Yüksek Lisans ve Doktora Öğrencilerinin Buluşması-2015
3)Tıbbi müdahalelerden kaynaklanan davalarda bilirkişi eğitici eğitimi programı-2014
4)İş Hukuku uyuşmazlıkları ve iş kazalarından kaynaklanan davalarda bilirkişi eğitici eğitimi programı -2014
5)Üreme Hakları-1- 2014
6)Üreme Hakları-2 -2014
7)İnsan Hakları ve mülteciler -2014
8)Sağlık Hukuku Sempozyumu- 2014
9)CMK- Sanık Müdafiiliği ve Mağdur Şikayetçi, Katılan Vekilliği -2013
10)Sınırlar ve Sığınmacılar- 2013
11)Spor Hukuku- 2012-2013
12)Adli Jinekoloji ve Obstetrik 2012
13)Özyeğin Üniversitesi Sağlık Hukuku Sertifika programı -2012
14)Tüketici Hukuku -2012
15)Uzlaşma-2012
16)Tıbbi uygulama hataları- 2011
17)Kadın Hakları- adli yardım- 2011
18)Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi eğitimi- 2008
19)Milletlerarası Ticaret Odası Tahkimi- 2008
20)İletişim ve Davranış Geliştirme Kalite Kültürü- 2001
21)Avrupa Topluluğu Hukuku- 1999
22)Hasta ve Hasta Yakını Hakları Kongresi 24-25 Ekim 2019
23)Çocuk Hakları Eğitim Semineri 16-17 Kasım 2019
YAYINLAR
KİTAP:
Tıp Hukukunda Eser Sözleşmesi - Ocak 2020
DERGİ YAZILARI
-Hukuk ve Yaşam Dergisi sayı 14 - Cem Özer ile laf lafı açtı- röportaj
-Hukuk ve Yaşam Dergisi sayı 2011/1- Yonca Evcimik ile bir gün -röportaj
-Hukuk ve Yaşam Dergisi sayı 2010/2- Avukat Olmak
 -Hukuk ve Yaşam Dergisi sayı 2010/1 -Birol Güven ile söyleşi
GAZETE HABERLERİ
- Ankara'daki köpek cinayeti yazısı-Ayşe Aral- Hürriyet gazetesi-06.02.2015
Mala Zarar Verme suçu-Ayşe Aral- Hürriyet Gazetesi -30.01.2015
 Katil Adam-Ayşe Aral- Hürriyet Gazetesi -06.09.2014
2002'den sonra evlenenler kadın da biz şişme bebek miyiz?-Ayşe Aral- Hürriyet Gazetesi -26.07.2014
- Hürriyet Gazetesi-Ayşe Aral-Davacıyım-11.12.2012
-Ortak Velayet -Yasemin Güneri-Haber Türk -05.05.2013
-İtiraf Olmazsa Twitter'a ceza zor-The Wall Street Journal-Ayşegül Akyarlı Güven-05.06.2013
-Özel Hastanelerde Acil Servis Oyunları-Turgut Erat- Sözcü Gazetesi -23.02.2018
-Acil Serviste Skandal, ücretini ödemezsen dikişini atamam-Turgut Erat-Sözcü Gazetesi-07.03.2018
-Acil Servis ücretli mi-Eser Akgül -Sözcü Gazetesi-01.02.2018



14 Şubat 2020 Cuma

Kitabım çıktı, aldınız mı

                                   

Tıp Hukukunda Eser Sözleşmesi benim ilk kitabım. 
Yüksek lisans tezime son çıkan kaynaklardan da eklemeler yaparak kitap haline getirdim. 2020'nin ilk güzelliği olarak ocak ayından itibaren kitapçılarda okurlarıyla buluşmaya başladı.
Bir hukuk kitabı yazmak takdir edersiniz ki hiç kolay değil, özellikle beğendirmeniz gereken bir danışmanınız ve tez jürisi üyeleri varsa daha da zorlaşıyor durum.
Meslektaşlar ile hekimler tarafından okunacak bir kaynak kitap olması da gösterilen özeni arttırıyor, zira okuyucu roman gibi okuyup geçecek, hataları göz ardı edecek nitelikte değil. Hele hele kurtlar sofrası akademik camiada çiğ çiğ yerler, yerden yere vururlar insanı. 
Bu nedenlerle temmuz 2019'da kabul edilen tezimi yayınevine kitap olarak teslim etmem kolay olmadı. Şunu da ekleyeyim, bunu da ekleyeyim derken hiç bitmeyen bir serüvene dönüşebiliyor kitap macerası. Ancak elbette yazarın bir yerde dur demesi gerekiyor kendine ki kitap ortaya çıksın.
Kitabı yayınevine teslim ettikten sonra editörlerin ve grafik tasarımcıların işi başlıyor. 
Size gönderilen seçenekler arasından kitabın kapağını seçmek ayrı, kitabın yayınlanmasını beklemek ayrı heyecan.
En keyiflisi ise kitapçıya gidip yazmış olduğunuz kitabı, başka bir deyişle bebeğinizi elinize aldığınız o ilk an. 
Sonra bir arkadaşınızın; "kitabını aldım, imzalar mısın" dediği an var ki paha biçilemez.
Dün de hukuk fakültesinden bir sınıf arkadaşım tezimi yazarken kendi yazdığı kitabı bana yolladığı için kitabım yayınlanınca ben de ona göndermek istedim.
Bunun üzerine arkadaşım;"Dur yeni kitabımı da göndereyim sana" dedi.
Tabağı boş göndermek olmaz, mecburen bir kitap daha yazacağım ben de.
Aklıma gelmişken, kitabım çıktı aldınız mı

6 Ocak 2017 Cuma

GÜNLÜK





Ortaokuldayken günlük tutardık. Tutardık diyorum çünkü o zamanlar her kızın bir “en iyi arkadaşı” olurdu ve o iki kız her şeyi birlikte yapardı.  Tam gün okulda birarada olduktan sonra eve gelip saatlerce telefonda konuşabilirlerdi, tabi o zaman internet ya da cep telefonu olsaydı mesajlaşırlardı da diyebilirdim ama yoktu. ( İstanbul fethedilmişti tabi, o kadar da yaşlı değiliz!)
Hemen her gün de görev aşkıyla günlüğümüze  yazardık birkaç satır. Öyle ki yazamadığımızda günlükten özür diler gibi birkaç gündür yazamamış olmamızın nedenlerini sıralardık.
“Çok hastaydım yazamadım” ya da “bayramda Marmaris’e gittik, denize girmekten yazmaya vakit olmadı ama şimdi hepsini toptan yazacağım” gibi bahanelerle gönlünü almaya çalışırdık gelecekteki meçhul okurun.
Okurun diyorum çünkü aslında bilinçaltında bir gün birinin o günlükleri okuyacağı düşüncesi vardı muhtemelen ve biz aslında ondan diliyorduk özürümüzü.
Gerçi bazı bölümlerini yine vaktinden evvel ele geçer korkusu ile İngilizce veya kendimizce şifreli falan yazıyorduk elbette. Mehmet’in adı oluyordu sana Curly Sweet! (Eyvah kendi kendimi deşifre ettim.)
Şimdi ne yapıyor acaba?

Her gün yazınca haliyle her gün de çok enteresan şeyler gelmiyor insanın başına ama elbette ortaokul hazırlık sınıfındaki bir genç kız için her şey heyecan verici değil midir?
Platonik aşklar tabi ki günlüğün önemli bir bölümünü dolduruyordu; “Bugün servislerimiz yan yana geçti, bana gülümsedi!” gibi büyük heyecanlar yaşıyorduk ve bunları paylaşmalıydık uzun uzun!

Neyse anılara dalıp dağıtmayalım konuyu...

Günlüğüm hala duruyor ama elbette okuyamazsınız.
Sadece “Bugün Foça’da deniz çok dalgalıydı, tadı yoktu” gibi bölümlerini belki halka açabilirim şimdilik de takdir edersiniz ki eğlenceli olan bölümler onlar değildi.

Artık günlük tutmuyoruz ama teknoloji gelişti, bir yere gidince sosyal medyada check-in yapıyoruz, fotoğraf paylaşıyor, twitter’a düşüncelerimizi yazıyoruz günlük tadında.
İnsan hafızası ilginç işliyor.
Özellikle canımızı yakan olayları çabuk siliyoruz önbellekten. Tabi sonra facebook hatırlatıyor; “5 yıl önce bugün, şununla, şurada, şunu yapmıştın.”
Hadi ya öyle mi olmuştu?
Ben bunu böyle hatırlamıyordum, senden de hiçbir şey kaçmıyor sevgili face!

Günlük tutmanın iyi tarafı hafızamızın sildiği şeyleri bize hatırlatması çünkü az önce de dediğim gibi hafızamız hamarat evhanımı gibi kötü anıları misafir gider gitmez hemencecik yıkıyor paklıyor, ortalığı havalandırıyor, iyi anıları çıkarıyor ortaya.

Oysa hayat öyle güllük gülistanlık değil. İnişler kadar çıkışlar var. Yaşarken acı veren ama geçtiği için şükretmemiz gereken yaşanmışlıklar var.
Arada canımız sıkıldığında bakıp; evet o geçti, bu da geçecek diyebilmemizi sağlıyor günlükler.
Ya da hep mükemmel diye hatırladığımız ve geri dönsek nasıl olurdu acaba dediğimiz eski sevgili ile kaç kere ayrılıp barıştığımız yazıyor günlükte ve neden geri dönmemiz gerektiği elbette.
İnşallah hayat günlüklerimize kaydedecek çok güzel anılarımız olur bundan sonra.


Ha unutmadan “sevgili günlük, bugün beni instagramdan ekledi!” 06.01.2017

25 Temmuz 2014 Cuma

Hediyeleşin ki sevilesiniz

Bu bir hadis, en sevdiklerimden; "Hediyeleşin ki sevilesiniz"
Anne tarafı Boşnak olduğundan hiçbir yere elim boş gidemem.
Özellikle bir eve, işyerine ilk defa gidiyorsam çiçek, çikolata bir şey götürmezsem çıplak gitmişim gibi utanırım.
Hasta ziyaretine kolonya, pijama, havlu, süt...
Yeni eve taşınanlara ev eşyası,
Bayram ziyaretine çikolata, baklava...
Her etkinliğin hediyesi farklı.
Mesela üst komşuya kahve içmeye mi gidiliyor, hemen marketten bir paket kahve, bir paket şeker alınır, adettendir.
Küçükken anneannem bize kalmaya geldiğinde dönerken komşularına hediye etmek üzere havlu ve kokulu sabunlar alırdı mesela "yarım elma gönül alma" diyerek.
Ayağımı kırdığımda beni ziyarete gelenlere o ara sıkıntıdan yaptığım kolye ve atkıları hediye ediyordum, malum gelen tabak boş gitmez geri.
Ofise gelenlere kendi yetiştirdiğim menekşelerden hediye etmem de hep bu genetik kodlamadan.
Hediye denilince illa çok para harcanması da gerekmiyor, hatta harcanması bile gerekmiyor.
Çocukken bahçeden çiçek toplayıp kartlara şiirler yazıp anneler gününde hediye ettiğiniz annenizden daha mutlu kim olabilir?
En sevdiğim de nedensiz verilen sürpriz hediyelerdir. Bir çocuğa nedensiz dondurma alın mesela bugün, ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Şimdilerde bakıyorum insanlar bırakın hediyeleşmeyi asansörde karşılaşınca bir gülümsemeyi, bir merhabayı çok görür olmuşlar.
Fuzuli'nin dediği gibi "Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar"
Sevgililer gününde "kapitalist düzeninin dayatması bunlar, hediye almam" diyenleri samimi bulmadığımı eklememe gerek yok herhalde bu kadar sözün üzerine.
Hediyeler aslında bize verilen emanetlerdir.
"Sen biraz al, tut, sonra geri verirsin" altyazısıyla verilirler, zamanı gelince misli ile iade edilirler. Hediyeler alanı mutlu ederken verenin görgüsünü, insan olarak kalitesini de ortaya sererler. Zira cimri insanlar sevme konusunda da cimridirler.
Siz siz olun sokaktaki çingeneden bir buket çiçek alın yine de. Hiçbir şey alamadıysanız gülümsemenizi götürün yanınızda.

Çiçek açın



Çiçek açın, illa etrafa bir şey saçacaksanız neşe saçın, gülümseyin, gülümsemeniz bulaşsın çevrenize

13 Mayıs 2013 Pazartesi

ruh ikizinizi aramayın boşuna

insan kendine benzeyeni sevmez, kendinde eksik olanı tamamlayanı sever

3 Ocak 2013 Perşembe

YE KÜRKÜM YE

Hayvan severler belki bana kızacak ancak şu kürk düşmanlığı çok mantıklı gelmiyor bana. Neden derseniz, sözkonusu hayvan severler de dâhil hepimiz hayvan derisinden yapılmış ayakkabılar, çizmeler, ceketler, kaz tüyünden montlar giyiyor, çantalar kullanıyoruz. Kuş tüyü yastıklarda yatıp sabahları yavrusu için süt veren ineğin sütünü içiyoruz. Neden masum danacığın sütünü içiyorsunuz, gidin annenizin sütünü için demiyor bir Allah’ın kulu da. Yani sözkonusu deri bir kuzu ya da danaya ait olduğunda kimsenin sesi çıkmıyor ancak bir tilkiye ya da yılana ait olduğunda herkes aslan kesiliveriyor. Sokakta yüzlerine tükürüp, üstlerine boya ya da yumurta atmalar, katil diye yaftalamalar, ortalık yerde soyunmalar şeklinde kürk giyenler kınanıyor. Bu ne çifte standarttır kardeşim? Tam ye kürküm ye durumu. Koyunun canı can değil mi, tilki size avukatlığını yapasınız diye vekâlet mi verdi? Yoksa siz ırkçı mısınız? Vizonlar, samurlar üstün ırk da kuzunun canı patlıcan mı? O zaman yemek için tavuk da beslemeyin, kuzu çöp şiş ya da yılbaşında kestaneli hindi de yemeyin, hatta vejetaryen olmanız bile bence yeterli değil. Sonuçta siz o pırasayı topraktan sökene ya da o elmayı ağaçtan koparana kadar onlar da birer canlı. Zeytin toplanırken ağaca sopayla vurulduğunu ve filizleri zedelenen ağacın ertesi yıl küsüp ürün vermediğini biliyor muydunuz? İşkenceyse zeytinlere yapılan işkenceye son verilsin önce. Niçin kendi zevkiniz için canına kıyıyorsunuz, kıymayın o domateslere, bırakın kendi kendilerine kurusunlar dallarında. Yılan deseniz o zaten kendi derisinden sıkılıp arada değiştiriveriyor. Burada karşı çıkılabilecek tek nokta bana sorarsanız bu kürklerin elde ediliş tarzı olabilir. Hayvanlara işkence çektirmeden, nesillerini de tüketmeden onların da birer canlı oldukları unutulmadan yapılsa sorun kalmayacak. Örneğin tavşan çiftlikleri var; aynı koyunlar ve tavuklar gibi, buralarda özel olarak yetiştirilen tavşanların hem etleri sofraları süslüyor, hem de kürkleri bizleri. Nasıl denizlerdeki balıklar belirli boyuta ulaşmadan, üreme dönemlerinde avlanamıyorsa kürk hayvanlarına da belirli sınırlamalar getirilebilir. Nesli tükenen hayvanların avlanması yasaklanabilir. Her canlının yaşam hakkına saygı göstermek esastır ancak bir insan tavşan kürkü giydi diye de onun yaşam hakkına saldırmayın. Fikriniz hala değişmediyse soyunmak serbest.