27 Temmuz 2010 Salı




ÇOCUKUS NE YAPSA YERİKUS

Zeytin toplayanlar sırıkla ağacın dallarına vururlar meyveleri yere düşürmek için. Bu nedenle de zeytin ağaçları 1 yıl bol ürün verirken, filizleri zedelenince ertesi yıl az ürün verirler.

Meyve veren ağaç taşlanır deyimi de belli ki bu zeytin çırpma yönteminden kaynaklanır.
Meyvelerini toplayabilmek için insanoğlu değneğiyle acımasızca filizlerine vurur zavallı zeytinin.

O heybetli bir zeytin de olsa candır, canı yanınca da küser size, konuşmaz bir süre.
Ama küslüğü fazla uzun sürmez, ne de olsa o, belki de 400 yaşında bir dededir ve torunlarının çocukça davranışlarını er geç affeder.

Onları yine meyveleriyle sevindirir.

İşin ilginç tarafı diğer meyvelerin aksine zeytin, ilk toplandığında canı yandığından olsa gerek, acı bir meyvedir.

Zehir gibi tadı nedeniyle taze zeytini öyle dalından kopartıp yemek mümkün değildir.
Zeytini tuza bastırır, biraz da sabır gösterirseniz acılığı gider. Acıyla tuzun birleşip de lezzetli bir hale gelmesi az tezat değildir.

Belki de bu yüzden yaraya tuz bastığımızı zannedip, sevdiğimiz şeylere kötü davranırız.
Kürkçü sevdiği kürkü yerden yere vurur gibi atasözleri insanın sevdiği şeylere daha da iyi olsunlar düşüncesiyle zarar verebilme kapasitesini anlatmaz mı?
Burada dikkat edilmesi gerekense ölçülü olmak zorunluluğudur.
Ne de olsa ayı yavrusunu severken öldürürmüş.

Sevdiklerimize zarar vererek dikkatini çekme alışkanlığı çocukluktan gelir.
Çocukus ne yapsa yerikus cinsi canlı türünün erkekleri, ilkokul sıralarında önlerinde oturan kızın saçını çekerken, ortaokulda bu sutyenin askısını çekmeye dönüşür.
Sonraki dönemde çocukluktan çıkıp liseye geçen ergenuslar, kızların ilgisinin bu şekilde çekilmesinin kendilerini sonuca götürmediğini anlarlar.
Yetişkin insanus döneminde ise güzel söz söylemenin önemi artmaktadır. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkartır, marifet iltifata tabidir örneklerinde olduğu gibi iletişim kurmanın en kolay yolunun karşınızdaki insana bir çift güzel söz söylemekten geçtiği gözlemlenir.
Yanında da içten bir tebessüm oldu mu gülümsemenizin bulaşması engellenemez.

23 Temmuz 2010 Cuma

AŞK GÜNEŞLİ HAVALARI SEVER




AŞK GÜNEŞLİ HAVALARI SEVER
Bir insanı sevmek cesaret ister.
Aşk bağlanmaktan, düzenini bozmaktan, evlenmekten korkmamak demektir.
Bir insana gerçekten âşıksanız; işinizi, kurulu düzeninizi bırakıp onun peşinden şehir değiştirmeye bile cesaret edersiniz.
Hatta bu, magazin dergileri için bir “aşk testi” konusu bile olabilir;
“Şu an birlikte olduğunuz sevgiliniz iş için 2 yıl Dubai’ye gitmek zorunda kalsa, yüksek maaşlı işinizi bırakıp onunla gider misiniz?”
Cevabınız “hayır”sa aslında zaten doğru insanla birlikte değilsiniz, vakit kaybetmeden yeni denizlere yelken açın.

Sevmek sorumluluk almak demektir.
“Ben özgürlüğüme düşkünüm” diyerek bir ilişki sürdürülemez. Köpek beslediğinizde bu hafta ayrı takılalım, sen şu yandaki parktaki kuçularla takıl ben de arkadaşlarımla tatile gideyim diyebilir misiniz?

Tasmasını çıkartıp özgürce koşmasına izin verdiğinizde bile gözünüz üzerindedir, daha büyük bir köpek saldırmasın, aman zarar görmesin diye.

Sevdiğiniz zaman Don Quichotte misali hayali düşmanlara karşı savaş verirsiniz.
Alışveriş merkezinin döner kapısına karşı sevgilinizi korumalı, akşamüzeri sahilde esen hain rüzgâra karşı onu sarıp sarmalamalısınız.
Cola kutusunun kapağına karşı vereceği savaşta da cesur bir şövalye gibi onu desteklemeli tırnaklarının yara almasına müsaade etmemelisiniz.

En büyük düşmanınızsa sevgilinizin yüzündeki bir kara buluttur ve acilen dağıtılması gerekir. Mızrağınızla bulutları delik deşik edip yok etmezseniz, yağmurun yağması da kaçınılmazdır.
Aşksa güneşli havaları sever. Güneşli havalarda sevgililerin yüzünde güller açar.
Mevsim bahar olunca papatyalardan fallara bakılır, her daim prenses olan sevgili için taçlar yapılır.
Sevgiliye prensesmiş gibi davranmaktan da korkmamak gerekir, çünkü ancak cesur davrananlar prenseslerin de sadece kendileri gibi asil prenslerle birlikte olacağını bilirler.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Rüzgar




GERÇEKLİK GÖRECELİDİR

Herkesin gerçeği farklıdır. Sizin için mutluluk minik bebeğinizin ilk adımıyken felçli bir hastanın mutluluğu akülü sandalyesi ile gezebildiği ilk an olabilir.

Çocuğu ailesi şekillendirir. Sevgi dolu bir ailede büyüyen çocuk herkesi kendi ailesi gibi zanneder. Bunun sadece kendi gerçeği olduğunu, sokaktaki tinerci çocuğun ise bambaşka bir gerçeği olduğunu fark ettiğinde artık büyümüştür.

Çinliler köpek yedikleri için onları anlamakta güçlük çekiyoruz. İğrenç! Köpek de yenir mi diyoruz. Peki ya biz de nüfusu 1milyarın üzerinde olan bir ülkede, fakir bir ailenin çocuğu olarak doğsaydık, aynı şekilde mi düşünürdük yine?

Bir Afrika kabilesinde doğsaydık, boynumuzu uzatan halkalar, kulaklarımızı sarkıtan küpeler takmayacak mıydık; kendimizi kabilenin şefine beğendirmek için?

İçine doğduğumuz ortam ve şartlar bizi şekillendirir. Çoğu zaman bunları neden yaptığımızı bile düşünmeden toplumun geneli öyle yapıyor diye yapar, sorgulamayız.

İnanmak istedikleriniz sizin gerçekleriniz olur.
Secret tarzı kitaplarda anlatılan da bu değil midir?

“Hayal edin ve hayalinizin gerçek olduğuna inanın, yeterince inanır ve uğraşırsanız mutlaka gerçekleşir.”


İnsan gerçeklerini kendi yaratır.

Kafanızda “ben köpeklerden korkarım” düşüncesi varsa, köpekler sizin için dünyanın en korkunç yaratıkları olabilirler. Oysa bu tamamen sizin yarattığınız kişisel efsanenizdir ve bunu değiştirmek için beyninize sadece “ben köpeklerden korkmuyorum” talimatı vermeniz yeterlidir.

Kişisel gerçeklik de zamana ve şartlara göre değişebilir.

8 yaşındayken bisiklete binebilmek özgürlükken 30 yaşında bir yelkenli alır özgürlük imajınızdaki yerini. Değişmeyen belki de sadece yüzünüzü okşayan rüzgârdır.

13 Temmuz 2010 Salı

Putlara dokunmamak gerek




Bağdat Caddesi’nde akşam olmuş, Çingeneler çiçeklerini sokakta bırakmış gitmiş, ne örtü ne bir koruma var ama çalan yok. Sabah geldiklerinde bıraktıkları gibi bulacaklarına kuşku da yok.
Oysa sabah aynı çiçekleri satın almaya kalktığınızda sizinle kıran kırana pazarlık yaparlar.
-Abla valla ben de 8TL’ya aldım 9’a satıyorum.
-5’e verirsen alayım
-eh peki senin güzel hatırın için 5 olsun.

Ya çiçekçinin bulunduğu kaldırımın hemen arkasındaki dükkânların elektrikli kepenklerine, güvenlik kameralarına rağmen soyulmalarına ne demeli?
Sakınan göze çöp batar sözü doğrudur belki de.

Konser oldu mu günler öncesinden bilet alıp koştura koştura gideriz de sokakta saksafon çalan adamı durup 2 dakika dinlemeyiz.

Bir asma kilit midir, yoksa bir bilet parçası mıdır vereceğimiz değeri belirleyen?

Elimizle kolayca dokunabildiklerimiz, emek harcamadan kazandıklarımız yeterince kıymetli olmaz.

İlişkilerde de böyle değil midir?

Biri sizden kaçtıkça siz kovalamak, elde etmek için çabalarsınız. Hâlbuki kaçmasa muhtemelen 2 gün sonra sıkılacağınız sıradan biri, ulaşılmaz oldukça gözünüzde büyür.


Platonik aşklar tehlikelidir.
Madame Bovary’nin dediği gibi “Putlara dokunmamak gerekir, çünkü dokundukça yaldızları elimizde kalıverir.”

2 Temmuz 2010 Cuma

YONCA EVCİMİK İLE BİR GÜN





YONCA EVCİMİK İLE BİR GÜN

Yonca Evcimik ile birlikte bir gün geçirdik ve az sonra okuyacağınız keyifli röportaj ortaya çıktı.

Tevazusu ve sıra dışılığı daha ilk anda beni almaya geldiği arabasından bile anlaşılıyor.
Minik arabasını şoförü kullanıyor, kendisi alışıldığı gibi sağ arkada değil şoförün yanında oturuyor.

Vakit kaybetmemek için arabada başladım sorularımı sormaya, önce sevimli köpeği Çipo’yu veterinere götürdük ardından da Tweetine Bandım’ın vokallerini yeniden kaydetmek üzere Ozan Doğulu’nun stüdyosuna gittik.

Tweedine Bandım, benim için de çok özel bir şarkı, zira ilk defa bir şarkıya söz yazdım ve o şarkıyı Yonca Evcimik single olarak yayınlamaya karar verdi.

Müziği Emre Gürcan’a ait şarkı, tiridine bandım türküsünün samplelarını taşıyor ve çok yakında Doğan Müzik Company etiketiyle raflardaki yerini alacak.

Tamamen eğlenmek için yaptığımız bir işin bu kadar ciddiye alınarak dinleyicilerle buluşması gerçekten harika.

Yonca’nın titiz ve çalışkan kişiliğinin de etkisi büyük. Öyle ki daha önce yapılanlar içine sinmediği için röportajın yapıldığı gün yapılan kayıt, bu şarkının 3. kaydı.

Vokal kayıtlarında Yonca’yı yalnız bırakmayan yakın arkadaşı Yeliz Eker ile Emre Gürcan da zaman zaman söyleşimize katılarak renklendirdiler, umarım siz de okurken bizim kadar eğlenirsiniz.


ŞARKILAR BANA GÖRE YAPILDI

M.G: Şarkı seçmede çok başarılısın yıllar sonra hala ezbere söylediğimiz pek çok şarkın var. Seçerken neye dikkat ediyorsun?

Y.E: Bu benim tek başıma yaptığım bir iş değil. %80 benim sözüm geçiyor ama son zamanlarda, belki sadece benim sözüm geçmeseydi daha doğru kararlar veren çıkardı.

İlk başlara dönersek, şarkı seçmekten öte aslında şarkılar bana göre yapıldı.
O güne kadar Türkiye’de tabi ki dans eden insanlar vardı sahnede ama benim hedefim dansçılarla birlikte koreografik şov sergilemekti. İlk albümüm Abone’de zaten albümün üzerinde “dansçı” yazar.
Sonra Kendine Gel, Bandıra Bandıra da dâhil olmak üzere başlangıç noktası ve hala da devamlı olarak yapmak istediğim, sadece şarkı söylemek ya da sadece dans etmek değil. Benim sevdiğim iş hepsini bir arada, sahne üzerinde yapmak. Dolayısıyla o dönemde şov yapacağım dediğim zaman ona göre alt yapılar hazırlandı.

Sevgili Garo Mafyan tarafından dans edilebilecek ritimlerde, ona göre BPMleri olan şarkılar yapıldı.
Abone’ye söz yazan Aysel Gürel, Allah rahmet eylesin, aslında o dönem farkında olmadan bir adım attı, dillere pelesenk olacak, daha akılda kalıcı sözler ve melodiler üzerine yoğunlaştı.

İlk albüm böyle başladı. Hep bana yakışacak, benim dans edebileceğim, tarzıma uygun olabilecek, sesimin range’ine uygun olabilecek şarkılarla yola çıktık.
3-4 albüm de öyle gitti zaten. Ama sizin beğeniniz arttıkça, sizin dünyaya bakışınız değiştikçe, dünyayı dinleyip kendi ülkenizde de bunları yapmaya çalıştıkça yavaş yavaş eski dinleyicileri de kaybediyorsunuz.
Tabi ki benim dediğim doğru demek değil ama ben içinde bulunduğum sektörü daha ileri taşımak kendimi ve yaptığım işi yenilemek arzusunda olan bir insan olduğum için daha dünyaya yakın parçalar seçmeye başladıktan sonra diğer insanlardan ayrılmaya başladım.
Bu doğru mu değil mi tartışmak lazım, ben doğru olduğunu düşünüyorum. Yenilik adına geriye dönüp baktığınız zaman Türkiye’de müzik anlamında birçok şeyin ilkini ben yapmışım, cesaret gerektiren bir şey ama insanların alışması zaman aldığı için hayranlarımdan da kaybetmişim.
Ben hala yaptığım işin arkasında duruyorum ama Türkiye’de müzik öyle bir noktaya geldi ki genel bir beğeni oluştu ve o beğeninin, o tarzın dışında bir şey yaptığınız zaman ön plana çıkmanız biraz zor. Dolayısıyla bundan sonra şarkıları tek başıma değil herkesle birlikte seçme taraftarıyım.

MG: “Tarkan dünya starı değil” demişsin, sence dünya starı neden çıkmıyor Türkiye’den?
Y.E: Politikayla da ilgili bir şey bu tabi ama aslında karşısında ilgisiz kalınamayacak bir şarkı olursa her şey değişebilir.
Dünyaya baktığımız zaman çok sağlam müzisyenler dışında, dünya starlarının hiçbiri artık sadece şarkı söylemiyor. Dans ediyorlar, sahne şovları var. Dolayısıyla bizdeki arkadaşlarda bunların eksikliği olduğunu düşünüyorum. Kendisini o anlamda yetiştirmiş olsaydı, yurt dışı ile ilgili daha doğru bir açılım olsaydı, olmayacak bir şey değildi bence ama şu anda olduğunu düşünmüyorum.

M.G: Türkiye’deki starların içinde istese dünya starı olabilecek kimse var mı?
Y.E.: İstese olacak diye bir şey yok, şans meselesi. Sonra nasıl Türkiye’de beşeri ilişkiler varsa, dünyada da böyle, doğru şarkının, doğru insanla, doğru zamanda birleşmesi diye düşünüyorum.
Yapımcının desteklemesi, her şeyin uyum sağlaması gerekiyor. 90 senesinde Abone nasıl bir çığır açtı; örneğin bir tarafı eksik olsaydı o şarkının, mesela sözü başka olsaydı, ben dans etmiyor olsaydım, öyle giyinmiyor olsaydım, olmazdı. Bunlar bence birbirini tamamlayan unsurlar.
Eğer dünya ile ilgili bir sound olursa, bütün öğeler bir araya gelirse o zaman olacaktır.

M.G: Çocuklarla çok yakın ilişkidesin, peki çocuk sahibi olmayı veya evlat edinmeyi düşünüyor musun?
Y.E.: Hiç böyle bir şeyin planını, programını yapmadım ben. Bir sürü arkadaşım var çocuğu olsun diye deli divane olan ama ben böyle aşırı bir istek hissetmedim hiç.
Olabilir de, yarın yapmaya da karar verebilirim. Olmadı evlat edinebilirim ama şu an bende bu duygu yok. Bu duyguyu hissetmeniz lazım kolay şey değil bunlar. Olacaksa olacaktır.

M.G: Sahnede hep ilginç ve seksi kostümler kullandın, tayt üstüne iç çamaşırı, büstiyerler, mini etek ve dekolteler ama buna rağmen en büyük hayran kitlen de çocuklardan oluşuyor. Bunu neye bağlıyorsun?
Y.E:Çocukların beğenisini kazanmak dünyanın en zor işi aslında. Görüyorum balonlarla falan çocukları tavlamaya çalışanlar var, öyle olmuyor o işler. Çünkü çocukların en önyargısız bakan insanlar olduklarını düşünüyorum. Onlar ya seviyorlar ya sevmiyorlar. Sizin hareketlerinizden, bakışınızdan, konuşmanızdan; siz sahici misiniz, değil misiniz çok iyi algılıyorlar. Yaptığım şovu, o enerjiyi benimle paylaştıklarını düşünüyorum.
O yüzden beni seviyorlar herhalde.
Bu sadece ünlü olmakla da ilgili değil, birkaç kere başıma geldi.
Bir kez Amerika’ya gittiğim seyahatimde uçakta 3-4 yaşlarında zenci bir bebek bana çakılıp kaldı, benden ayırıp koparamadılar çocuğu. Bir şey var bende ya da benim sağımda solumda bizim görmediğimiz, çocukların dikkatini çeken bir şey var, onu çözsek yırttık zaten. (Gülüşmeler)

M.G: Hayvanları çok sevdiğini biliyoruz, kaç hayvan besliyorsun? Evdekiler dışında sokaktaki hayvanlar için de bir şeyler yapıyor musun?
Y.E:Geçmişten bugüne köpek, su kaplumbağası, kedi, çok sayıda hayvanlarım oldu ama şu anda 10 köpek ve bir kedimiz var.
Onlar benim bakabildiklerim.7 tanesi Bodrum’da.
Dışarıda bakmaya çalıştıklarımız da var tabi. Ama kendi başınıza bir şey yapmanız çok zor.
Sokaktaki hayvanlara da yardımcı olabilmek daha radikal bir hareket gerektiriyor. Tabi ki her çağırana gitmemeye çalışıyorum artık sonu yok ama bu tür kuruluşlar dernekler, federasyonlar için ses getirici bir şeyler yapmaya, her fırsatta onlardan bahsetmeye, insanları bu anlamda biraz daha düşünmeye, daha duyarlı olmaya sevk etmek için elimden geleni yapıyorum.
Eğer becerebilirsem bu single’dan gelecek gelirin bir bölümünü de sokak hayvanları için harcayarak tekrar ilgiyi oraya çekmek istiyorum.

TWEETİNE BANDIM

MG: Tweetine bandım şarkısı nasıl doğdu? Ben de bilmiyormuşum gibi soruyorum ama senin ağzından dinlemek de ilginç olacak.
Y.E:Emre (Gürcan) ve seninle birlikte sosyal alem partisi için Uludağ’a gitmiştik, bu arada twitterı duymuştum ama twitterla hiç ilgim yoktu. Twitter’a takılanlarla nasıl dalga geçiyorum, kafasını kaldıramayan insanlar, aman ne kötü falan diye.
Oradaki bir muhabbet esnasında o organizasyonda djlik yapan mühendis arkadaşımız Emre ve kızkardeşi avukat Merve ile facebook şarkısı var, twitter’ın niye yok diye geyiği oldu. Acaba böyle bir şey yapsak siz de söyler misiniz diye bir şey teklif edildi bana.
Gece yarısı telesiyejde Emre’nin bestelerinden bahsederken çıktı bir şeyler işte.
O tür durumlarda böyle şeyler konuşulur, ondan sonra ses çıkmaz, he he dedim ben de. Uludağ ‘dan İstanbul’a dönerken bütün bir yol boyunca Emre’nin bestelerini dinledim, siz zaten tweet atıp duruyordunuz. (gülüşmeler)

4-5 gün gibi kısa bir süre sonra bir şey bulduk diye haber verdiğinizi hatırlıyorum.
Gidip dinlediğim zaman da inanılmaz zekice bir buluş olduğunu düşündüm bunun.
Tiridine bandım türküsünün tweetine bandım olarak değiştirilmesi, sözlerinin de hakikaten çok zekice bir buluş olduğunu düşünüyorum.
Hakikaten tweet zekâsının ince beynin gülü olduğuna inanıyorum Merve senin bu sözlerinden sonra. 3-4 tane kelimeyi yan yana getirip, bir şeyler anlatmaya çalışıyorsun bu çok kolay bir şey değil.
Aslında biz ilk önce kendi aramızda eğlenmek amacıyla yaptık bunu internetten yayınlarız falan diye düşünüyorduk. Fakat Elif (Dağdeviren) vesilesiyle Samsun Demir bunu duyduktan sonra bir single haline getirilmesine karar verildi.
Dolayısıyla bu şarkı doğdu, bu günlere geldik. Fakat aylar geçti hala bir basiretsizlik var, her işte bir hayır vardır diye düşünüyorum ben her zaman, geç olsun güç olmasın.

MG: Twitter şarkısı yaptın, teknoloji ile aran nasıl? Yeni çıkan bilgisayar ya da cep telefonlarını hemen alır mısın? Hiç yurt dışından getirttin mi? Teknik detaylarını bilir misin?
Y.E.: Aslında teknolojiyle çok geç ilişki kurdum. Bir yerde takip etmek zorundasınız olayı.
6-7 ay önce sevgili Özgür Aras zorla bir blackberry hediye ederek teknolojiyi yakalamamı sağladı. Bana kalsa ben hala, sadece açıp kapayabildiğim ve mesaj atabildiğim telefonu kullanırdım.
Ama 3 gün içinde falan da çözdüm olayı, demek ki ne olursa olsun bir kulak birikimi olmuş.
Eskisine göre daha ilgiliyim. Çağa uymak zorundayız.
Web sitem, Fan Club’ım var. Facebookla daha çok onlar ilgileniyor, ben daha çok twitterdayım.
Ama 3 dakikada bir girip ne oluyor diye de bakmıyorum. Yoksa başka bir şey yapamıyorum, bağımlılık haline geliyor. Evde masaüstü bilgisayar kullanıyorum, laptop’ım yok.


MG: Bir de işkadını yönün var; dergi çıkartmak, çocuklar için çanta tasarlamak, dans okulu açmak, diğer sanatçılara süpervizörlük yapmak gibi.
Hepsine nasıl yetişiyorsun?
Y.E.:Niye bunlara yetişmeye çalışıyormuşum, ben bu kadar başıma dertler almışım, onu da bilmiyorum.
Pişman değilim tabi ki yaptıklarımdan ama kendime o mesaiyi harcasaymışım tabi ki daha iyi olurmuş, maddiyatı da tabi.
Netice itibariyle seviyorum yeni bir şeyler yapmayı, yetenekli insanlara yön vermeyi. Eğer birileri iyi işler yapıyorlarsa arkalarında durmak, onların duyulmalarını, bilinmelerini sağlamak istiyorum.
Aslında bu şarkı da öyle bir şey, Emre ve sen çok zekice bir buluş yaptınız.
İki şarkıyı birbirine çok güzel match ettiniz, onun arkasında Emre’nin cd kapağını hazırlamaktaki ustalığı, çabukluğu, fikirleri..
Hakikaten sizin gibi yetenekli insanların, daha çok şeyler yapmak üzere, vakit kaybetmeden duyurulmaları arzusu ile ben de destek oluyorum.


MG: Ekşi sözlükte hakkında yazılanlardan hoşlanmadığın için senin sitene oradan girmek isteyenler, “hoşlanmadığımız bir site üzerinden giriş yapmaya çalışıyorsunuz, ip numaranız kaydedildi” gibi bir uyarı alıyorlarmış. Bunun nedeni nedir?
Bu eleştirilere yorumun ne, sonuçta yıllardır başarılı işler yapıyorsun ama bu tip yorumlar yapılıyor.
Y.E.:Ben eleştiriye çok açık bir insanım herkesten önce acımasızca ben kendimi eleştiririm. Fakat her şeyin bir üslubu var.
Saygı çerçevesinde bilinçli olarak yapılan her türlü eleştiri kabulüm. Üslup çirkinliği beni çok rahatsız eden bir şey.
İşi gücü sabahtan akşama kadar bilgisayar başında ona buna salça olup, saldırgan ve çirkin sözler yazmak olan insanları ölçü olarak alamam kendime. Bunun çoğu da o dönem ekşi sözlükten geliyordu. Dolayısıyla böyle bir tepki göstermek istedim. Şimdi ne durumda bilmiyorum çünkü hiç takip etmiyorum.

MG: Seni magazin programlarında hemen hemen hiç görmüyoruz. Özel bir çaba mı sarf ediyorsun? Nasıl başarıyorsun?
Y.E.: Mümkün olduğu kadar çaba sarf ediyorum.
Zaten magazin programlarının nerelerden beslendiği çok açık, o yerlere gitmemeye, fazla gözükmemeye, özel hayatımı paylaşmamaya özen gösteriyorum, dikkat ediyorum.

MADONNA BENİ TAKLİT EDİYOR

MG: Abone albümünü ilk çıkarttığın dönemde senin için Türkiye’nin Madonnası deniliyordu, bu benzetmeyi nasıl değerlendiriyorsun?
Y.E.:Öyle benzetmekte haklılar ama beni çocukluğumdan itibaren tanısalardı asıl Madonna’nın beni taklit ettiğini öğreneceklerdi. (gülüşmeler)
Tabi Madonna beni taklit ediyor demiyorum ama ciddi benzeşiyoruz. Çocukluğumuz da benzeşiyor.
Çok küçük yaşlarda çok şahsıma münhasır bir halim varmış. Hiçbir kıyafet düzgün değil, ya kesiyorum ya bir şeyleri yapıştırıyorum, herkesten daha aykırıyım.
Her zaman saç stilim falan farklı bir çocukmuşum.
Yaratıcıydım, küçük yaşta daha ilkokul öncesi skeçler yazıyordum, oynatıyordum, çamurdan heykeller, dans grupları…
İnsanlar bunu bilmedikleri için benden 3-5 sene önce piyasaya çıkan Madonna’nın taklitçisi durumuna düştüm. :)
Benzemeyeni de bir şekilde benzetmeye çalışıyorlar. Ciddi bir aşağılık kompleksi var bizim millette daha doğrusu gazetecilerde.
Bizim sanatçımız bir şey yaratamaz düşüncesi var.
Çıtır Kızlar‘ı, Birkaç İyi Adam’ı çıkardım, o zaman daha Spice Girls yoktu. Birkaç sene sonra Spice Girls çıkınca bir köşe yazarı “şimdi anladık Yonca’nın nereden çaldığını” diye yazmıştı. Ona göre ben müneccimdim yani; Spice Girls diye bir grup çıkacak, ben de yapayım mı dedim acaba, daha çıkmadan! (gülüşmeler)

M.G: Yonca Evcimik ya da Yoncimik bir marka mı, tescil edildi mi, parfüm vs ürünlerde görecek miyiz?
Y.E.: Her ikisi de marka ama Yoncimik tescilli, tanınırlığı da var 17 sene boyunca aynı marka ile reklam ve iş yaptım, tanınır oldu. Tanınırlık ünvanı almazsanız siz marka olamıyorsunuz.
Yoncimik 1990’dan beri kullandığım limited şirketimin de adı, üzerinden bir sürü iş yaptığım için de tanınırlık ünvanı da aldım ve bundan sonra Yoncimik adı altında her şey olacaktır. Lisanslı ürünler yavaş yavaş olacaktır. Ekonomi nedeniyle biraz ağır gidiyor.

HEPİNİZİ GÖMECEĞİM :)

MG: Yıllardır seni izliyoruz ama sen hiç yaş almıyor gibisin, nasıl başarıyorsun hep formda kalmayı?
Y.E.: Bu Allah’ın bir lütfu bana, biraz genlerle ilgili, ailemde hepimiz ufak tefeğiz ve hiç yaşımızı göstermiyoruz.
Sonrasında tabi benim dansçı olmamdan kaynaklanan bir durum var, vücudumun ¾’ü adale kıvamında.
Bazen spor yapıyorum bazen dans ettiğim oluyor. 1 hafta 10 gün ciddi bir çalışma yapsam hemen kıvama geliyorum ama bu vücudu formda tutmakla ilgili, genç gözükmenin bununla ilgisi yok. O aileden kaynaklanıyor.
Bir de acayip kendimle barışık bir insanım hiç aynaya bakmam. Belki dişimi fırçalarken gözüm takılırsa falan bakıyorum yani, o kadar ilgisizim. Sahneye ya da televizyona çıkacaksam makyaj yapılırken bakarım.
Bakıp da görmeyebilirim de bu arada.
Çok kendimle barışık olduğum için, bir de ileriye dönük çok hayallerim var, hayalleri gerçekleştirmek için zamana ihtiyacım var. Belki de zamanı durdurdum mu ne yaptım.
Biyolojik yaşımı birkaç sene önce ölçtürmüştüm ciddi düşük çıktı.
Ne kadar takmamaya çalışıyorum desem de hayatı, tabi ki herkes kadar takıyorum. Çok hassas olduğum zamanlar da vardır. Olan her şeyi geride bırakmaya çalışıyorum.

MG:40 sene sonra Tina Turner gibi olmak ister misin?
Y.E:Bunun sözü verilemez ama o zaman o konumda olacaksam kesin yaparım, jartiyer de giyerim. Ama ben daha gencim. Gömeceğim hepinizi zaten, dermişim. (Gülüşmeler)

MG: “Yonca made in Turkey” yazılı dövmen var, bu yurtdışına açılma hedefini mi gösteriyor?
Y.E:Vay be nerden girdin konuya. (Gülüşmeler)
Bir arkadaşımızın kızının belinde vardı aslında, etiket gibi yaptırmıştı o. Çok hoşuma gitmişti. Bir de ben ülkemi çok seviyorum. Türk olmakla gurur duyuyorum. Dövmedeki Yonca yazısı da logo gibi zaten.
Yurt dışı konusunda Allah söyletmiş olsun, hiç belli olmaz. Her an her şey olabilir.
Emre’nin veya bir başkasının bestesi ile olabilir.
Kimin yoktur ki böyle hayali, sanatçı olup da böyle bir hayali olmayan biri varsa evinde otursun zaten.
İnsan daha küçüğünü hedeflemiyor ki, herkes duysun ve bilsin istiyorsun.
Demin sorduğun soru vardı ya dünya starı olmak anlamında, olacaksa öyle olmalı yoksa olmamalı.

MG: Çok küçük yaşlardan itibaren çalışmaya başladın bu seni yordu mu?
Yeliz: Çok yordu, uykum var.(Gülüşmeler)
Y.E: Çok küçük, hakikaten 14 yaşında mıydım neydim. Bankanın çocuk tiyatrosu ile başladım.
MG: Mecburiyetten mi?
Y.E: Yoo ben bayılıyordum zaten sahneye çıkmaya. Ne mecburiyeti!
Zaten 1979’da da 7 Kocalı Hürmüz ile Şan tiyatrosuna başladım. Öyle gitti. Bir yandan okuyordum, bir yandan çalışıyordum.
Çok istediğim bir şeydi, çok severek yaptım. İnsan sevdiği işi yaparsa yorulmuyor. Çok istediğim şeyi yaptığım için yorulmadım.
Yeliz: Daha acıklı bir cevap verseydin. (Gülüşmeler)

M.G: İnsanlar isimleri ile yaşar derler;
Evcimik kelimesinin sözlük anlamı tutumlu demek, tutumlu musun? Yonca gibi şanslı mısın?
Y.E: Oo evcimik tutumlu mu demekmiş? Allah Allah ben evcimen sanıyordum. Tutumluyum ama ben gerçekten. Yerine göre harcarım. Neye göre, kime göre tutumlu tabi. Başak burcuyum zaten, o da tutumludur.
Yonca şans getirdi mi, bilmem. Belki de bugüne kadar düşündüğüm ve hayal ettiğim her şeyin istediğim gibi gitmesinin sebebi bu olabilir. İnsan bazen şansını kendi yaratır.

MG: Birikimlerini nasıl değerlendiriyorsun?
Y.E:Birikim mi? (gülüşmeler)
90’dan 98-99 a kadar sırf çalıştığımı hatırlıyorum. Kaç para kazandım ne kadar kazandım inan bilmiyorum.
Allah’tan ablam ve bizim bir aile büyüğümüz, bu işlerden anlayan insanlar, böyle yatırımlar, değerlendirmeler yapmışlar.
Ben yıllar sonra Bodrum’da bir yerimiz olduğunu, oraya bir ev yapacağımızı öğrendim. Öyle çok aşırı bir durum yok aslında ama doğru kararlar ve doğru şeyler.
Mesela 2000’den beri Bodrum’daki evimizde oturuyoruz. O ev hakikaten benim hayal ettiğim gibi yapıldı. Ondan sonra artık ölsem de gam yemem diye düşünüyorum. İdealim ve hayalim o bahçe içinde köpeklerle, kedilerle yaşamak.
Doğru kararlar olmuş hep yatırımlarda. Tabi şimdi artık ekmek aslanın ağzında.
Ekonomik krizde müzik piyasasının durumu da ortada, Allah yardımcımız olsun bundan sonra, doğru birikimim olduğu için hala ayaktayım ve idare ediyorum.
Yarını görerek yapılmadı gerçi bunlar ama böyle davranmayanların şimdi durumunun iyi olmadığını, işlerinin zor olduğunu düşünüyorum.

MG: Sigortan var mı?
Y.E:Allah’a şükür 90’dan beri şirketim var. Sonunda emekli olacağım. Olsun ben o maaşla da yaşarım gerekirse.

MG: Yeni projelerinden biraz bahseder misin? Tekrar jüri koltuğunda görecek miyiz bu sezon seni?
Y.E: Jürilik meslek gibi oldu. “İtinayla jüri olunur” durumu var bende de.
Jüri yarışması yapsalar aslında; jüriler yarışıyor. Jüriler kapışsa.
Aslında jürilik enteresan bir iş. Hem bildiğiniz işi yorumluyorsunuz, çok ince bir çizgi var arada çok dikkat etmeniz lazım.
Karşınızdakini doğru eleştirmek, kırmamak, incitmemek, diğerlerinin yanında yermemek, çok hassas bir şey aslında.
Herkese göre değişiyor olabilir. Ben ne yaparsam yapayım aslında bir şov programı o. Bazı yarışmalarda jüri üyeleri birbirine giriyorlar, hakaretler ediliyor. Şov olduğu için yapıyorlar bunu. Ama ben yapamam. Ben hayatta her şeyi çok ciddiye aldığım için jüriliği de ciddiye alıyorum, öğretmen gibi.

MG: Sen meşhur olmadan önce böyle yarışmalar olsaydı katılmayı düşünür müydün?
Y.E: Yarışmalara hayatım boyunca katılamadım. Hala da Çarkıfelek gibi televizyonda olan yarışmalara çağırırlar gidemem. Yarışmak ve yarıştırılmak hiç bana göre değil, hiç hoşlanmam insanların yarıştırılmasından, diyip yarın gidermişim. (Gülüşmeler)

MG: Sanat dünyasında arkadaşlık olmaz derler, sen ne düşünüyorsun? Yeliz’in yanında soruyorum ama cevabını da merak ediyorum.
Y.E: Sanat dünyasında olmayabilir, bilmiyorum benim alakam olmadığı için. (Gülüşmeler)
Şunu samimiyetle söylüyorum; o insanlarla sürekli bir arada olmak gibi bir durum var, ben öyle biri değilim. Daha çok eski arkadaşlarımla beraberim, ünlü olmadan önceki arkadaşlarımla hala görüşmeye devam ediyorum. Çok uzun yıllara dayanan dostluklarım var, çok az yeni arkadaşım var. Onları da aynı yere koyamam zaten. Sanatçılarla arkadaş olunur mu, benim bildiğim gazetecilerle dost olunur mu diye sorulur bu (Gülüşmeler)

Ama tabi rekabet falan var, ona bakarsanız dünyada da var rekabet.
Seyrediyoruz ödül törenlerini, örneğin Oscar en büyüğü, insanların orada birbirilerine hitap şekilleri, aynı kategoride yarıştığı insanlardan bahsedişleri, arka planda kendilerine destek veren insanlara neler dediklerini duyduğumuz zaman ne kadar alçak gönüllü olduklarını ve orada olmayı nasıl hak ettiklerini görüyoruz.
Biz de herkes birbirinin paçasından aşağı çekiyor. Olmamışlık bu işte, ondan sonra da soruyoruz neden dünya starı çıkmıyor diye. Çıkmaz tabi önce insan olacaksın, iyi olacaksın, kimsenin önünü kesmeyeceksin, olduğun gibi, kendi kulvarında, kimseyi acıtmadan, incitmeden yolunda gideceksin.
Eğer sen iyi yere ulaşmak için etrafındakileri ezersen, bozarsan senden de bir şey olmaz.

KALBİM ŞU AN BOŞ

MG: Kalbin şu an dolu mu? Tekrar evlenmeyi düşünüyor musun?
Y.E: Kalbim şu an dolu değil.
Yeliz: Bu soruya ben cevap verebilir miyim? (gülüşmeler)
Y.E:Bir sevgili bulamadım, ben nereye gidersem gelecek.(Yeliz’in şarkısını söylüyor)
Şu an boş ama her an her şey olabilir. Hayat aşk böyle bir şey.
Şimdi derim ki hiç öyle bir şey yok, kafamı bir çeviririm birini görürüm, iş biter. Onun için bilemiyorum ama âşık olmak da güzel, pırpır etmesi güzel, kelebekler midende uçar ya, o kadarı güzel sonra amaaan.. (Gülüşmeler)


Merve Gürcan

Twitter adresleri;
@YoncaEvcimik
@mervethemermaid
@emregurcan